Perşembe, Mart 30, 2006

ABD-Şii gerginliği

Amerikalılar Bağdat'ta bir camiyi bastı, en az 22 kişi yaşamını yitirdi. Şiiler, ABD'nin Bağdat'ta güvenliği kendilerine bırakmasını talep etti

28/03/2006
BAĞDAT - Irak'ta dün Amerikan güçleri, Irak güçleri ile Şiilerin Mehdi Ordusu'nun birbirlerine karşılıklı saldırılarıyla kimin kimin tarafında olduğu meçhul güvenlik hali ortaya serilirken, ABD güçleriyle iktidardaki Şiiler arasındaki gerilim had safhaya ulaştı. ABD güçlerinin Bağdat'ın Şii semti Sadr'daki Mustafa Camii'ne düzenlediği baskında çıkan çatışmada farklı kaynaklara göre 22 ya da 37 kişinin ölmesi kıvılcımı çaktı. İktidardaki Birleşik Irak İttifakı, cami saldırısının ardından ABD'nin başkentte güvenliği Irak hükümetine devretmesini isterken, Bağdat Valisi Hüseyin el-Tahan, bağımsız soruşturma yapılıncaya dek işgal güçleriyle işbirliğini askıya aldı. Camideki çatışmanın nasıl çıktığı, kimler arasında yaşandığı, camiye girilip girilmediği ve kayıplar konusunda açıklamalar farklıydı. Irak hükümeti, isyancı Şii lider Mukteda Sadr'ın adamları ve Başbakan İbrahim Caferi'nin Dava Partisi'nden yetkililer, ABD güçlerini namaz kılmaya gelen insanları katletmekle suçladı. Irak polisi ve tanıklara göre ise çatışma Amerikan güçlerinin camiyi kuşatıp içeri girmeye kalkışması üzerine çatıdaki korumaların ateş açmasıyla patlak verdi. Askerlerin karşı ateşinde bazı korumalar ölürken, camiden çıkan Mehdi Ordusu milisleri de çatışmaya katıldı. Bu şekilde 22 kişi öldü. Irak Ulusal Güvenlik Bakanı Abdülkerim Enzi, camide de 37 kişinin öldürüldüğünü söyledi. devamini okuyun

Çarşamba, Mart 29, 2006

28 Mart 1991 Altınköprü Şehitlerimizi anıyoruz


Tarihi Türkmen şehri Altınköprü’de gerçekleştirilen Türkmen katliamının 15. yıldönümünde şehitlerimizin acılarını yüreklerimizde hissederken, bir kez daha Türkmenleri saran tehlikeleri görüyor ve birliğimizin önemini anlıyoruz.

Irak Türkleri Kültür Derneği – Kopenhag

Danimarka

Salı, Mart 28, 2006

Irak Egemenliğinin Parçalanması -2-

Savaş NURETTİN

(Ikinci bölüm)
Polis Kılığı ile İntikam

Irak işgali’ni içeren Pentagon’un Amerikan Kongresine gönderilen dört aylık ‘‘güvenlik ve istikrar’’ raporu kötü gidişatı belgelemektedir.
Rapora göre(stripes.com) 20 Ocak itibariyle savaş sonrası saldırılar son dört ayda rekor düzeye ulaşmıştır: 2005 Oğustos 29 ve 2006 Ocak 25 tarihleri arası 550’den fazla saldırı gerçekleşmiştir. Nasıl yapıldığı namalum anket verilerinde adlandırılan ‘vatanperver’ ya da ‘özgürlük savaşçıları’ tarafından gerçekleştirildiği belirtilen raporda, koalisyon güçlerine karşı saldırıların %88’nin Bakuba ve Tikrit bölgelerinden gelen Irak’lı ferdi saldırganlar oldukları yer almaktadır.


Polis Gücü
Güvenlik nedeniyle Irak petrol üretimi(timesonline), halen günlük 1.5 varil ile, 2003 Mart Amerikan işgali öncesine oranla bir milyon varil azalma gösterirken, polis gücü orduya oranla farklı sorunlarla karşılaşmaktadır.

SWAT (Special Weapons and Tactical Unit - ABD polisi ateşli silahlar taktik birliği), polis istihbarat ve illegal, gizli operasyonlar gerçekleştirmek üzere kurulu birlikleri de içeren Polis gücü, Amerikan komutanları değil, sözleşmeli özel Amerikan güvenlik şirketleri ve ABD askeri kontra-isyan uzmanı yetkililerince yönlendirilmektedirler. Bu birlikler Irak içişleri bakanlığınca atanan Iraklı yetkililerin emri altında yarı özerk bir yapıya sahiptirler.

Emir-komuta belirsizliği ABD ve Irak hükümeti arasındaki siyasi anlaşmazlıklarla dezavantaja dönüşmüştür.
Nitekim şii Bedr Kuvvetleri’nin çoğunlukta olduğu yeni polis birlikleri ile işbirliğindeki Irak Yüksek Devrim Konseyi’nin elinde bulunan içişleri bakanlığından, ABD’li kontra-isyan uzmanlarının, direniş destekçi ve liderlerinin sistematik suikastını öngören plana (Salvador Opsyonu)(globalresearch.ca ve newsweek) karşı çıkılmamiştir. Kısa bir süre sonra da, yeni polis gücünü oluşturan acemi birliklerin, şii hedeflere yönelik bombalı saldırıların intikamı ateşiyle giriştikleri operasyonlarda öldürülenlerin, süpheli sünni direnişçiler oldukları ve Irak polis üniformalıları tarafından tutuklandıktan günler veya saatler sonra bulundukları ırak’tan gelen haberlerin başında yer almaya başlamıştır.

(Devam edecek)

Çarşamba, Mart 22, 2006

Irak Egemenliğinin Parçalanması

Savas NURETTIN

İşgalin üçüncü yıldönümünde Irak

(birinci bölüm)
Ordusuz ve Yetkisiz Hükümet

Irak’taki gelişmeler dikkate alındığında, bütün umut verici motivasyonlara rağmen hatta kimi zaman rutuşlu tabloların tersine bir manzara ortaya çıkmaktadır.

Umutlar, Irak seçimlerinin üzerinden sadece üç ay geçmiştir ki yeni mezhep patlamalarıyla dağılmaya başladı. Aralık 2005 seçimleri, Irak’ın egemenliğini geri kazandıracak, yeni daimi hükümeti ve idari altaypısını oluşturacaktı.

Seçimlerin hemen ardından Talabani’nin imzasıyla bir başbakan krizi, hükümet kurma çalışmalarının kötü gidişatını başlattı. Manşetler, içişleri bakanlığının gölgesindeki şii işkence hücerelerine ayrıldı. Yüzlerce saldırıyı, arkasında Kürt peşmergelerin bulunduğu Samarra camii patlaması takip etti. Sünni camilere karşı saldırılar ve ülkenin hertarafında meydana gelen ABD karşıtı gösteriler sadece medyaya yansıyan gelişmelerdi.

Medyanın saklamaya çalıştığı gelişmeler uzun vaadede daha tehlikeli boyuttadır.

Bunların başında Türkmen petrol şehri Kerkük’ün gelecekte kurulacak sözde devletin iktisadi temelini oluşturması hevesiyle Kürtleştirilmesi gelmektedir.

Ülkenin temel ihtiyaçları, elektrik, yakıt ve su dağıtımının gittikçe yozlaşmasından işsizliğe, göçün her gün biraz daha artmasından bilim adamlarının vurulmasına kadarki gelişmeler ülkeyi, geleceği belirsiz karanlık bir tünele dönüştürmektedir.

Bütün bunları engelleyecek hükümet, hiç bir zaman ne gerekli otoriteye ne de güvelik birimlerine tam anlamıyla sahip olamadı.

Irak Ordusu
Irak ordusu tamamıyla ABD ordu komutasındaki işgal planına entegre edilmiştir. Ordunun ne hava takviyesi, ağır silahları ve zırhlı araçları ne de çatışan birliklerine lojistik sağlayacak kapasitesi vardır.
Bu da ABD olmadan tek başına hiç bir operasyon yapamayacak dünyadaki tek ordudur. Bu nedenle de komutanın Irak hükümetinde olmasının bir önemi yoktur. Anbar operasyonu ve benzeri diğer operasyonlar ‘ortaklık programı’(washington post) adıyla gerşekleştirilmiştir. ABD’nin geri çekilme planlarında Amerikan hava gücünün Irak’ta kalıcılığını (newyorker.com) öngörmektedir. Bu da askeri gücün ırak hükümetine belirsiz bir süre devredilmeyeceğini göstermektedir.

Devamı:
-Pentegonun Irak raporu ’güvenlik ve istikrar’
-Polis gücü
-Güney ve şiiler
-Kuzey ve Kürtler
-Otorite boşluğu

Salı, Mart 21, 2006

Türkiye Irak’a Ne zaman Müdahale Eder?

- Sinan OĞAN -
İlk olarak İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki, 30 Kasım 2005 tarihinde Ankara'yı ziyaret etti. Ardından Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Başkanı Robert Mueller ve Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Başkanı Porter Gross geldi. NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer'i ağırladığımız tarihlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün varisi olması beklenen Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Washington ziyareti gerçekleşti. Ardından ise İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz Türkiye’ye geldi. Bu tür üst ziyaretlerle Türkiye’nin diplomasi gündeminde son üç ay oldukça yoğun geçti. İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın kabul edilmeyen ziyareti ve son olarak da Filistin seçimlerinden zaferle çıkan Hamas’ın Suriye’de sürgünde yaşayan siyasi liderlerinden Halid Meşal’in ziyareti Türkiye gündemini tamamıyla Orta Doğu’ya yöneltti. Şimdi ise, önce Irak’ın Şii Başbakanı İbrahim El Caferi’nin ziyareti ve Şii lider Mukteda el Sadr ile Sünni liderlerden Târık Hâşimi’nin ziyareti beklentisi gündemi tam anlamıyla Irak’a yöneltti. Bu arada küresel gündemin bir numaralı konusu olan İran’ın nükleer krizi ise, Irak’ta patlak veren karışıklıklar yüzünden adeta ikinci plana düştü. Bundan sonra, Türkiye’ye yönelik üst düzey ziyaretçi trafiğinin artarak devam etmesi beklenmektedir.
Geçtiğimiz yılın son aylarından başlayarak yaşanan yoğun ziyaretlerin Orta Doğu’yu işaret etmesi bu bölgede olağanüstü gelişmelerin yaşanacağının adeta ipuçlarını vermekteydi. Aslına bakılırsa, Irak’ta yaşanan gelişmeler 2 sene önceden gördüğümüz ve çeşitli platformlarda özellikle de Türkiye’nin en önemli düşünce kuruluşlarında sürekli gündeme getirdiğimiz konulardı. O dönemde bu düşünce kuruluşlarında yaptığımız beyin fırtınalarında Irak’la ilgili şu değerlendirmelerde bulmuştuk:
1- Irak’ta durum iyiye gidiyor diyenlerin aksine “durumun her geçen gün kötüye gittiğini ileri sürmüştük.”
2- Şiilerle Sünnilerin arasından su sızmaz diyenlere karşılık; “ülkede bir Şii-Sünni çatışması kaçınılmazdır ve bunun boyutları o günün küresel ve bölgesel şartlarına bağlı olarak değişebilir’ yargısına varmıştık”.
3- Iraklı Şiilerle İranlı Şiiler birbirinden farklıdır diyenlere karşılık; “Iraklı Şiiler bugün her ne kadar ABD ile işbirliği içinde görüntüsü verseler de aslında İran ile güçlü bağlara sahiptirler. Mevcut durumda sessiz kalmaları hükümette ve bürokraside mümkün olan mertebede en yüksek temsil imkânı elde etmek amacı taşımaktadır. Ne zaman ki, bu amaçlarına ulaşacaklar o zaman ABD’ye açıkça karşı gelmeye başlayacaklardır” demiştik.
4- Iraklı Şiilerin realist oldukları ve İran için kendilerini tehlikeye atmayacakları tezlerine karşılık; “Her iki ülkedeki Taklid-i mercii’nin (Ayetullah) farklı olması onların İran etkisinde olmadığını göstermez. İran’ın üzerine gidildiği takdirde Iraklı Şiiler İran’ın yanında ve ABD’nin karşısında yer alacaklardır” tezini ileri sürmüştük.
Ayrıntılarını o günlerde sıklıkla tartıştığımız fakat, başta Orta Doğu masası uzmanları olmak üzere değerli analistlerini bir türlü inandıramadığımız tezler (bizim de bir dönem çalıştığımız) Türkiye’nin bu en büyük (!) düşünce merkezlerinde (Think Tank) pek kabul görmese de maalesef bugün birer birer gerçekleşmektedir. Türkiye’deki en önemli yanlışlıklardan birisi bu kurumlarda da yaşanmaktadır. Tek ana kaynağın internet olduğu ve genellikle değerlendirmelerin İngilizce ve Batılı kaynaklarından alınması ve bölge gerçeklerine uzak olunması, bölge dilini bilen ve “bir ayağı bölgede olan” uzman anlayışına sıcak bakılmaması bu düşünce kuruluşlarının öngörülerinin hatalı çıkması ile neticelenmektedir.
Son iki yıldır sürekli vurguladığımız gibi İran, üzerine gelindikçe Irak’taki imkânlarını kullanarak ABD ile hesaplaşmasını bu ülkede yapma gayreti içindedir. Suriye de bu tutuma destek vermektedir. ABD, bu bölgede Süniler ile zaten savaş halindedir. Şimdi İran’ın üzerine gittikçe Şiileri de karşısına alma sürecine girmiştir. Bölgede ABD’nin müttefiki kalan tek güç Kürtlerdir. Diğer taraftan İran’ın önümüzdeki dönemde Kürtlerin belirli bir kesimi üzerinde de etkin olma gayretleri sürmektedir. ABD, Irak’tan çekilme hesaplarını, Kürtler üzerinden yapmaktadır. Basında birçok yazar, Meşal, Caferi ve muhtemel Sadr ziyaretlerine olumsuz tavır takınma konusunda adeta sözbirliği yapmıştır. Ancak, bu ziyaretler Türkiye’ye vakit geçirilmeden Mart tezkeresinde Irak’ta kaçan fırsatı tekrar yakalama şansı vermektedir ve Türkiye bu şansı iyi kullanmak zorundadır.
ABD’nin Irak’ta Saddam Hüseyin’i devirmesi ve fiilen bu ülkeyi işgal etmiş olmasına rağmen ülkede terör faaliyetlerinin her geçen gün çoğalması, bölgede Amerikan kayıplarının her geçen gün artması Amerika’yı Irak’ta değişik senaryolar üzerinde çalışmaya sevk etmektedir. Türkiye’nin etkin olarak Irak’taki operasyonlarda kullanılması da dahil bir çok senaryoyu barındıran bu yeni girişimde ABD’nin Irak’ta her an saldırıya maruz kaldığı sokaklardan çekilerek ülkede belirlenen noktalarda yüksek güvenlik standartları sağlanmış üslerde konuşlanması ve bir miktar askerin Amerika’ya geri gönderilmesi senaryoları tartışılmaktadır.
ABD, Irak için en makul siyasi sonucu üç grubun büyük ölçüde kendi kendilerini yönetecekleri (zaman zaman da çatışarak ABD’ye ihtiyacın sürekli hissedileceği) gevşek federal sistemde görmektedir. Bu üç grup, başlıca amacı ne yapacağı tahmin edilemeyen komşularından Irak'ı diplomatik bakımdan savunacak zayıf bir merkezi devleti desteklemeye ikna edilebilir. Böylesi bir savunma, özellikle ABD olmak üzere büyük güçlerin Irak'ın bağımsızlığının korunması yönündeki jeopolitik çıkarları üzerine kurulabilir. Dünyanın başlıca petrol tüketicileri olan aynı güçlerin yardımıyla merkezi hükümet ayrıca Irak'ın petrol servetinin adil dağıtımı konusunda gevşek bir şekilde hakemlik yapabilir.
ABD Irak’ta bir çıkış stratejisi aramaktadır. Ancak bu mutlak bir çıkış olmayacaktır. Amerikan ordusunun kalabalık gruplar halinde her geçen gün daha fazla deneyim kazanan ve güçlenen gruplar karşısında zayiat vermesini önleyecek ve/fakat aynı zamanda da hassas bir durumda müdahale şansı da olabilecek bir strateji oluşturulmak istenmektedir. Buna göre, Pentagon’da ABD askerlerinin ülkenin belirli bölgelerinde iyi korunan askeri üslere taşınması bu aşamada makul bir çözüm olarak değerlendirilmektedir. Ülkedeki yüksek korunaklı ABD üsleri için düşünülen ana bölge, Kürtlerin kontrolündeki kuzey bölgesidir. Gelişen şartlara göre Şiilerin kontrolündeki güney bölgesine de üs kurulabilir. Her ne kadar Sünni hâkimiyeti ağır bassa da Şiilerin de yeterince güçlü olduğu Başkent Bağdat’ta da bir kalıcı bir ABD üssü düşünülmektedir. İşte bu çıkış stratejisiyle ABD hem Irak’tan (kısmen) çekilmiş ve hem de Irak’ın kontrolünü elinde bulundurmuş olacaktır. Ayrıca ABD’nin Irak’ta önemli miktarda askeri varlığını bırakması Irak iç siyasetinde Şii-Sünni ve Kürt gruplar arasında var olan iç çatışma potansiyelini bastırabilecektir.
ABD’nin önemli ölçüde asker çekme ve kalan askerleri de daha güvenli üslere toplama stratejisi içinde Irak’ın kuzeyi stratejik rol oynamaktadır. Irak’ın kuzeyinin ABD’nin sadık müttefiki Kürtlerin (her ne kadar geçmişte ulusal hakları için verilen sözlere rağmen, ABD tarafından 1918'de, 1975'te ve 1991'de 3 kez aldatılmış olmalarına rağmen) kontrolünde olması, Pentagon için bir avantaj olarak ön plana çıksa da böylesi bir üssün Kürt grupların bağımsızlık isteklerini güçlendireceği ve Kürtleri ABD’nin mutlak koruması altına sokacağı görüntüsü karşısında Türkiye’nin ikna edilmesi gerekmektedir. ABD Irak’ta güçlendirilmiş bir Kürt özerkliği ve bu özerk yapının da Türkiye ve İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmasını arzulamaktadır.
ABD’nin böyle bir durumda Türkiye’ye önerebileceği husus bölgedeki Kürtlerin hamiliğini Türkiye’ye vermek olabilir. Türkiye’nin Irak’taki Kürtlere hamilik yapması ABD tarafından arzulanan bir husus olmakla beraber bunun karşılığında Türkiye’ye önerebileceği vaatlerin neler olabileceği konusu netlik kazanmış değildir. Ankara’ya bu tehlikeli “alışverişte” birçok vaade rağmen, fiili olarak pek de bir şeyin verilmeyeceği yönünde bir kanaat oluşmaktadır.
ABD’nin Türkiye’ye Irak’ta daha aktif rol vermek istemesi ülkenin kuzeyinde fiili bir devlet kurma yolunda olan ve 2007 yılında da mutlaka Kerkük’ü kendi federal bölgeleri içine katmak isteyen Kürtlerin Türkiye’nin etkisi ve hamiliğine bırakılması senaryosu olarak okunması gerekebilir. ABD bölgede Kürtleri yarı bağımsız bir aktör olarak her zaman “güvenilir” bir oyuncu ve müttefik olarak görmek isterken, Türkiye de kaybetmek istemediği bir müttefik ülke olarak görülmektedir. Bölge gerçeklerine ve ince detaylara bazı durumlarda hâkim olmadığı bilinen ABD için Washington’un bu iki müttefikinin işbirliği yapması olası gözükmektedir.
Bölgedeki fiili gelişmelere bakıldığı vakit, aslında bu durumun özellikle ekonomik alanda gerçekleştiği yönünde bir izlenim oluşmaktadır. Öncelikle başta OYAK olmak üzere Türk şirketlerinin Irak’ın kuzeyinin ekonomik ihtiyaçlarının yaklaşık yüzde 90’ını karşıladıkları görülmektedir. Türkiye, İstanbul'dan Irak'ın Erbil ve Süleymaniye kentlerine doğrudan uçuşlara onay vermiştir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı bu kararın, Bağdat'taki merkezi yönetimin görüşü alınarak çeşitli ticari koşulların yerine getirilmesinden sonra alındığını bildirirken, bu gelişme Türkiye'nin Irak'taki Kürtler dosyasına yaklaşımında yeni bir siyaset benimsediğini göstermektedir. Türkiye’deki özel sektör kuruluşlarından olan Fly Air şirketi İstanbul'dan Erbil'e ve Süleymaniye'ye uçuşlar gerçekleştirmektedir. Başta Iğdır olmak üzere Türk kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Türkiye’nin birçok sınır vilayetinde yasaklanan ve her litrenin adeta hesabı yapılan mazot ticareti (kaçakçılığı) Türkiye’nin Güneydoğu’sunda devam etmektedir. Bu sınır ticareti Iraklı Kürtlerin adeta nefes borusu haline gelmiştir ve Kürtler ve başta PKK olmak üzere bazı bölücü unsurlar Türkiye üzerindeki nefes borusu olan sınır ticareti yoluyla hem nefes almakta hem de ceplerini doldurmaktadır.
Ankara, Iraklı Kürt liderler Celal Talabini ve Mesud Barzani'nin artık birer 'aşiret reisi' olmadıkları yönünde yeni bir politika benimsemiştir. Türkiye yakında, Irak'ın Kuzeyinde Musul kentinde bir konsolosluk açmak istemektedir.
Yukarıda verilen ekonomik ve siyasi gelişmelere bakıldığında aslında Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyindeki Kürtlerin ekonomik ağırlıklı olmak üzere zaten bir nevi hamiliğini yaptığı görülmektedir. Şimdi bu fiili durumu bir adım daha öteye götürerek siyasi alana da taşıması istenmektedir. Türkiye’nin bu yeni durumda Irak politikasının ana ekseninin Türkmenlerden Kürtlere doğru kayacağı anlaşılmaktadır. Bölgede Kürtlerin hamiliği Türkiye’ye verilirken Türkmenler ise Kürtlerin hamiliğine bırakılmak istenmektedir. Ve elbette ki, fiili olarak Irak’ın Kuzeyinin Türkiye’nin hamiliğine bırakıldığı bu süreçte teorik olarak PKK’nın ve Türkiye’ye yönelik bölücü unsurların da Ankara tarafından kontrol altında tutulabileceği varsayılmaktadır. Türkiye’ye Kürtlerin hamiliğinin yanı sıra diğer bir takım (Kerkük petrollerinden pay gibi) eski Osmanlı mirasına sahip çıkması yönünde yapılacak teklifler son tahlilde bizim korumamız altında kurulan bir Kürt devletiyle karşı karşıya kalmamıza sebep olabilir.
Bütün bu gelişmeler ve hazırlıklar yapılırken Irak’ta provokasyon olduğu her halinden belli olan Şii-Sünni savaşı çıkarma gayretlerinden kimin kazançlı çıkacağına bakmak gerekmektedir. Bu konuda değişik senaryolar söz konusudur. ABD’den İran’a, Zerkavi’den Kürtlere kadar geniş bir yelpazede seslenen bu fikirlerin hepsinde gerçek payı mevcuttur. Önümüzdeki süreçte Irak’ta bu türden provokasyonların sıkça görüleceği günlere girilmektedir. Tarihte en kanlı iç savaşların mezhepsel faktörlerden çıktığı gerçeği unutulmamalıdır. Irak bu türden bir iç savaşa son derece yatkındır. Ancak yine de biz Şiiler ile Sünniler arasında yaşanan gerginliklerin kontrol edilebilir boyutları aşmayacağını ummaktayız. Zira bu türden kontrollü gerginliklerden ABD’nin kazançlı çıkacağı kuvvetle muhtemeldir. Ancak kontrollü iç savaşların Irak şartlarında kontrolden çıkma tehlikesi büyüktür. Bir de unutmamak gerekir ki, uzun süreden beri bahsi geçen Müslüman ülkeler barış gücü veya Irak’la baş edemeyen ABD’nin arka plana çekilerek rahatlaması ve Müslüman ülkelerin olaya müdahil olabilmeleri için iç savaştan daha iyi bir gerekçe olabilir mi?
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde Irak’ta şu senaryoların gündeme gelmesi olasıdır:
Birinci Senaryo: ABD Irak’ın Güneyinde, Kuzeyinde ve Merkezde olmak üzere üç ana büyük üsse çekilir. Kentlerde güvenlik büyük ölçüde yerel güçlere bırakılır. Irak fiilen üç bölgeye ve etnik gruba bölünür. Dışarıda tek bir sınır olmasına rağmen içeride güçlendirilmiş federasyonla Şiiler, Suniler ve Kürtler kendi bölgelerinde söz sahibi olurlar. Kuzeydeki Kürt federasyonu Türkiye’nin hamiliğine verilmek istenir. Türkmenler ise Türkiye’nin hamiliğindeki Kürtlerle işbirliğine zorlanır. Bu senaryoda ABD kısmen asker çekmektedir. Hem de korunaklı üslere toplanılmaktadır. Bu durumda ABD askeri kayıpları asgari seviyeye inecektir. Bu durum hem Amerikan iç politikasında Bush’un rahatlamasını sağlayacak hem de ABD’nin Irak’ta başarılı olduğu kanısını güçlendirecektir.
İkinci Senaryo: ABD yönetimi, Irak'ın şu an 200 bin kişilik ordu ve polis gücü bulunduğunu iddia etse de deliller bunların büyük bölümünün asilere karşı mücadeleye fazla katkısı olmadığını göstermektedir. Bu senaryoda mevcut durumdan çok da farklı olmayan gelişmeler devam eder. ABD bir miktar asker çeker ve yerel güçlere daha fazla yetki devri sağlanır. Ancak, içeride terör faaliyetleri devam eder ve sorun her geçen gün daha fazla içinden çıkılamaz hal alır. Yaklaşık 12 bin şüpheli isyancının hapsedilmesine ve binlercesinin çatışmalarda öldürülmesine rağmen, 2003 sonbaharına oranla isyanın gücünün üç veya dört kat arttığı sanılmaktadır. Seçimlerden sonra yeni kurulan hükümette zaman zaman anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Özellikle Kürtler kuzeyde federasyon ve bağımsızlık isteklerini daha yüksek bir sesle ifade etmeye başlarlar.
Üçüncü Senaryo: Bu senaryoda Irak’ta yeni kurulan hükümet krizle neticelenir. İçeride terör faaliyetleri daha fazla can almaya başlar. Uluslararası koalisyondan ülkeler birer birer askerlerini çekmeye başlarlar. ABD içinde de Bush yönetimine karşı baskılar yoğunlaşır. Kongre seçimleri öncesinde baskıların yoğunlaşması üzerine ABD Irak’tan önemli miktarda asker çeker ve Irak’ta üç grup arasında mezhep ve paylaşım savaşı başlar. Irak fiilen iç savaşa sürüklenir ve Kürtlerin bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından güneyde de Şiiler ayrıldıklarını açıklarlar. Ülke bölünür ve Türkiye’nin de karışacağı daha büyük bölgesel olaylar yaşanır. Sonuçta ABD’nin istediği olur ve Türkiye’de dahil Müslüman ülkeler ülkeden çekilmeye başlayan Batılı güçlerin yerini almak üzere Irak’ın içine müdahil olarak çekilir.

ABD Büyükelçisi Halilzad: Irak kanıyor

WASHINGTON (A.A)
ABD'nın Bağdat Büyükelçisi Zalmay Halilzad, Irak'taki duruma ilişkin olarak, “Irak kanıyor” ifadesini kullandı.
ABD işgalinin yıldönümünde Amerikan ABC televizyonuna demeç veren Halilzad, direnişçi grupların iktidar boşluğunu kullanma peşinde olduğunu belirterek, “Irak'ta iç savaş yok, ama Irak zor bir durumdan geçiyor. Seçimlerin üzerinden 3 ay geçmesine rağmen siyasi partiler başbakanı seçimi ve hükümet kurma konusunda anlaşmaya varamadı” dedi.
Iraklıların, liderlerinin bir ulusal birlik hükümeti kurmak için mevcut durumu aşmalarını beklediğini kaydeden Halilzad, “Irak kanıyor... İç savaşa yol açmak isteyen teröristler, bir ulusal birlik hükümetinin olmadığı mevcut durumu, var olan boşluktan yararlanmak için fırsat biliyorlar” diye konuştu.
Halilzad, Irak'ın eski başbakanı İyad Allavi'nin “Ne yazık ki bir iç savaştayız” sözlerini paylaşmadığını kaydederek, “Etnik gruplar arasında gerginlik, şiddet olayları var, ama bana göre henüz iç savaş burada değil” yorumunda bulundu. Irak'ın işgalinden 3 yıl sonra bugünkü durumdan daha iyi bir durumda olunmasının arzu edildiğini bildiren Halilzad, “Irak çok zor bir dönemi başarıyla aştı, şimdi yine zor bir durumda bulunuyor. Ama demorkasinin tesisi ve refahın artırılması için önemli bir şey olmakta” dedi.

Bush Ohio'da Talafer'i anlatti

CLEVELAND, Ohio (AP) --
President Bush delivered a high-profile speech about the war in Iraq on Monday, on the third anniversary of the U.S.-led invasion there.

Tal Afar
So today I'd like to share a concrete example of progress in Iraq that most Americans do not see every day in their newspapers or on their television screens. I'm going to tell you the story of a northern Iraqi city called Tal Afar, which was once a key base of operations for al Qaeda and is today a free city that gives reason for hope for a free Iraq.
Tal Afar is a city of more than 200,000 residents, roughly the population of Akron, Ohio. In many ways Tal Afar is a microcosm or Iraq. It has dozens of tribes of different ethnicity and religion. Most of the city residents are Sunnis of Turkoman origin.

Pazartesi, Mart 20, 2006

Irak'ta hükümeti kurma çalışması askıya alındı

Irak'ta ulusal birlik hükümeti kurmaya yönelik müzakereler, bir haftalığına askıya alındı.
Kürt müzakereci Mahmut Osman, AFP muhabirine verdiği demeçte, ”Meclis grupları arasındaki müzakereler bir hafta askıya alındı” dedi, ancak gerekçe belirtmedi.
Gözlemciler, erteleme kararının hem Nevruz kutlamaları, hem de Aşure'nin kırkıyla ilgili olduğunu düşünüyor. Kürt milletvekili Osman, dün Devlet Başkanı Celal Talabani'nin başkanlığında yapılan toplantıda ulusal güvenlik konseyi kurulması için ilke anlaşmasına varıldığını, ancak konseyin yetkileri konusunda uzlaşma sağlanamadığını anlattı. Konseyin 19 üyeden oluşacağını; devlet başkanı, başbakan ve meclis başkanının üyeler arasında olacağını söyleyen Osman, konseyin anayasada öngörülmediğini, ancak müzakerelere katılanların, konseyi, ulusal birlik hükümeti kurulmasını kolaylaştıracak kurum olarak gördüğünü kaydetti.

Cuma, Mart 17, 2006

Halepçe'nin yıldönümü kana bulandı

Kurbanlara tazminat vaadinin unutulması ve rüşvet çarkına kızgın Kürtler, katliam anıtını yaktı.


FOTOĞRAF: REUTERS


Irak savaşının zamanlaması doğru




Saddam'la kendi seçtiğimiz bir zamanda karşılaşmak mantıklıydı. Kimse savaşın başasını görmüyor: Bir diktatör devrildi

17/03/2006
Oliver Kamm
Üç yıllık deneyimle söylenebilir ki, siyasetçilerin Irak'la ilgili gerçekleşmemiş öngörüleri, sıkıcı ve cesaret kırıcı. Charles Kennedy, "Savaş dev boyutlarda mülteci krizi yaratır" diye ısrar etmişti. Kendilerine açılmış bir savaşla diktatörlerine açılmış bir savaş arasındaki farkı ayırt eden Iraklılar, Kennedy'yi haksız çıkardı ve göç etmedi. Shirley Williams da, Hindistan ve Pakistan'ın Keşmir sorununu çözmek için görüşmelere başlamasından hemen önce, "Önleyici vuruş doktrinini Pakistan veya Hindistan ötekine karşı kullanabilir, tehdit altında hisseden her devlet buna başvurabilir" dedi.
George Galloway ise ABD Senatosu'ndaki konuşmasında kendi savaş anlayışını övmüştü. Galloway, "Saddam bir yeraltı sığınağına saklanacak son insan" diye düşünüyordu. Irak'ta bir rejim değişikliğini savunanları bir açıklama yapmak zorunda bırakmak 'Düşmanım sen konuş' demekten başka bir şey değil. Gerekli hamleleri yapmakta gecikmek, belli sonuçlar doğurur. Saddam'ı düşürmememiş olsaydık, Irak bugün sükûnetten çok uzakta olacaktı. Birçok kişi Irak'ta kitle imha silahlarının bulunamamış olmasının Batı'nın siyasetinin işlediğine işaret olarak yorumluyor. Aslında Irak'ın Batı'nın taleplerini yerine getirme yetisi gittikçe azalıyordu ve şimdi çok az savaş karşıtı bunu teslim ediyor. Saddam BM müfettişlerine denetim izni vermeyi sadece askeri tehdit yüzünden kabul etti. Saddam rejiminin yayılmasını önlemek, komşu ülkeler ve uçuş yasağı olan bölgelere durmaksızın asker konuşlandırmayı, ekonomik yaptırımları pekiştirmeyi, Saddam'ın yarattığı korku ve yolsuzluklarına karşı koyabilecek güçte denetimi ve Fransa ile Rusya'nın desteğini gerektirecekti. Hans Blix'ten yetenekli veya Jacques Chirac'tan bile daha yoğun ahlaki değerlere sahip kişilerle bile sonuncusunun sağlanması imkânsız olurdu. Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden sadece ABD ve Britanya'ya güvenilebilirdi. Savaş karşıtlarının Londra'daki 7 Temmuz patlamalarından Irak savaşını sorumlu tutmaktaktaki çevikliğini hatırlayın. Utanılacak bir şekilde, sırt çantalarının üzerine 'Blair'ın bombaları' yazan posterler yayımlandı. Britanya'daki savaş karşıtları, Saddam rejiminin yayılmasını engelleyen savaşın başarılarını kendi istedikleri gibi yansıtıp bedelini olduğundan hafif gösterdi. Savaş karşıtı İslamcılar ve Leninistler bile onlara göre daha 'kaçamak' davrandı. Gerçi onlar da kendilerini 'Britanya veya ABD karşıtı' yerine 'savaş karşıtı' diye niteledikleri için içten davranmamakla suçlanabilir.
Büyük bir riskten kurtulduk İşgalin hataları çok: Ertelenen seçimler, yetersiz güvenlik, aşınan altyapı, Ebu Garib'deki işkencelerden memnunmuş gibi görünenler ve çok sayıda sivil Iraklı ile askerimizin ölmüş olması. Ama, Saddam rejiminin BM kararlarını ihlal ederek hayatta kalmasına izin verseydik, bunun sonuçları katıksız bir facia olurdu. Irak'ta cihatçıların barbarlığına yem olmuş hilekâr bir devletin en kötü şey olacağı düşüncesi doğru. Ama terörizmin Irak'a Batı'nın Saddam'ı düşürmesiyle geldiği düşüncesi tamamıyla tarih dışı. Saddam terörü finanse ediyordu ve İslamcı gruplara kitle imha silahlarına sahip olmanın yolunu açıyordu. Bu feci senaryolara rağmen çok açık gelişmeler var. Artık büyük bir riske katlanmak zorunda değiliz: Yasaklar rejimi yürüten, petrol satışlarının gelirini parayı kitle imha silahlarına yönlendiren piskopat bir despot. Irak'ta kitle imha silahlarının bulunmamış olması inanılmaz bir istihbarat hatasıydı, neyse ki artık Saddam'ın sözüne güvenmek zorunda değiliz. Bradford Üniversitesi'den profesör Graham Pearso, 'istiflenmiş silahlara dair istihbaratın yanlış yorumlanması' ile ilgili "Saldırgan bir devlette, istiflenmiş silahların bulunması ulusal stratejinin bir parçası olmak zorunda değildir. Çünkü, saldırgan devletlerin stratejileri misilleme yapmak üzerine değil, biyolojik ve kimyasal silahları kendi istedikleri zaman kullanmak üzerine kuruludur" diyor. Saddam'ın elinde kimyasal ve biyolojik silahları üretebilecek tüm imkânlar mevcuttu. Irak'ta anayasal bir düzen kurma çabamızın başarılı olacağının garantisi yok. Ama, Iraklıları teokratik ve totaliter Baas rejimine karşı desteklemezsek, emin olalım ki kendi ve korumak zorunda olduklarımızın güvenliği zarar görür. En azından Saddam'la kendi seçtiğimiz bir zamanda karşılaşmış olmanın avantajına sahibiz. (14 Mart 2006)

Irak yeni döneme sancılarla girdi


Murat Yetkin
Türkiye, ABD ve İran'ı birleştiren tek nokta, Irak'ın bir an önce durulması

17/03/2006
Irak'ta dün meclisin toplanmasıyla yeni anayasada yürürlüğe girmiş oldu. Böylece, Saddam Hüseyin rejiminin Halepçe'de 5 bin Kürt'ün ölmesine yol açan katliamının 18'inci yıldönümünde, kuzeyde bir 'Kürdistan Bölgesel Hükümeti'nin anayasal kuruluşu tamamlandı. Tarih sürprizlerle olduğu kadar, tuzaklarla da dolu. Anayasanın yürürlüğe girdiği dün bakın neler oldu:

Perşembe, Mart 16, 2006

'Irak'tan 2007'de çekilecekler'

LONDRA - Irak için iç savaş çanları çalınırken, ABD liderliğindeki işgal güçlerinin 2007 başında bu ülkeden çekilmeyi planladığı öne sürüldü. Sunday Telegraph ve Sunday Mirror gazeteleri, Britanya Savunma kaynaklarına dayanarak, Bush ve Blair yönetimlerinin 'Irak'ta yabancı güçlerin varlığının, barışın güvence altında tutulması konusunda önemli bir engel oluşturduğunda mutabakata vardı'. Britanya'nın başını çektiği ancak işgal koalisyonundaki 24 ülkenin de memnun kaldığı çekilme planı ise şöyle aktarıldı: Birlikler 12 ay içinde askeri üslerde toplanırken, asker sayısı düşürülecek. Ardından kalan askerler hep birden çekilecek.

ABD yalanladı: Çekilmeyi koşullar belirler

Cumartesi, Mart 11, 2006

TÜRKMEN OTONOMİ PROJESİ İLE İLGİLİ BASIN BİLDİRİSİ


Irak Türkmenleri’nin, tarihin bir çok döneminde maruz kaldıkları katliam ve soykırım etkinliklerine bu kez bir yenisi daha eklenmek isteniyor. Ancak bu sefer katliam, siyaset sahnesinde ortaya çıkmıştır. Saldırıyı aynı mantık ve aynı zihniyet düzenlerken, tetikçilerinin ise bağrımızdan çıkmış birinin olması Türkmenlere arkadan saplanmak istenen hançeri bir Türkmen’in tutması ayrı bir ibret vesikasıdır.
Bir yıl önce, Irak’ta Türkmenleri bitirme planının var olduğunu kamuoyuna açıklamıştık. Bu sinsi planın amacı; Türkmenlere sözde Kürdistan Federasyonu içinde bir Otonomi vererek, onları Kürt egemenliği altına alıp asimile etmekti. Nihai hedef olarak Türk Dünyası üzerine hesap yapmak üzere geliştirilen projelerin ilk ayağı, Irak sahasında hayata geçirilmek istenmektedir. Irak’ta malum iki Kürt partisi, sömürgeci güçlerin menfaat ve istekleri doğrultusunda siyaset geliştirmektedirler.
Bu kirli projeleri hakim kılmak için düğmeye basılmıştır. Irak Türklerini aldatma ve ya ikna etme yoluyla milletimize büyük bir kazanım olarak sunulan “Otonom” fikri, altın kadehte ikram edilen öldürücü bir zehirden başka bir şey değildir.
Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulan güvenli bölgede beslenip palazlanan iki Kürt partisinin, bizleri Irak topraklarında nasıl yok etmeye çalıştıkları herkes tarafından bilinmektedir. Nisan 2003 itibarıyla, son üç yılda Türkmeneli bölgelerinde Türkleri sindirme girişiminde bulundukları ve bugünde bu şirret faaliyetlerine devam etmekte oldukları da açıkça ortadadır. Otonom yutturmacası Türkmenler’e hiçbir hayır getirmez ancak Kürt Devletine meşruiyet kazandırmak adına önemli bir adım atılmış olur.
Biz Türklere karşı bu denli olumsuz olan bu iki Kürt partisi, bizim Otonomimizin içinde olduğu gerçek bir federal yapılanmayı kabul etmekte ne kadar samimilerdir. Bu sinsi teklif, kendi hedeflerine varacakları yol haritasında sembolik, temeli olmayan kandırmaca bir oluşum olacaktır. Bunun en iyi göstergesi Celal Talabani’nin basına verdiği mulakatların satır aralarında gizlidir. Bu zat neler söylüyor: “Kerkük’ün bir mahellesi olan Tisin’i, Kerkük’ün bir kazası olan Taze Hurmatu ve bir nahiyesi olan Beşiri içine alan yaklaşık yüz bin nüfusu olan bir Otonom bölge verebiliriz.” Peki Erbil, Telafer, Tuz, Musul, Altun Köprü, Hanekin ve sayamadığım bir çok Türk diyarını bu yapının dışında bırakarak ne kadar sinsi ve kötü niyetli olduğunu ortaya koymuyorlar mı!..
Bizi asıl hayrete düşüren gerçek ise, Irak Türkleri adına siyaset yaptıklarını iddia eden bazı kişilerin bu komplo projesinin içinde yer almalarıdır. Daha önce de elde ettikleri bir-iki kişiye Türkmen tabela partileri kurdutarak, Kürt ittifakı ile seçime tek liste olarak girdiklerine tanık olduğumuz işbirlikçiler yine sahnededir. Bunlar ne siyaset, ne de dava adamı olmadıklarını, ancak şahsi çıkarlarını düşündüklerini göstermektedirler. Küçük menfaatleri için milletimizin büyük değerlerini heba eden bu gaflet erbabının yüce milletimiz karşısında ve tarih önünde mesuliyetleri ve hesapları çok ağırdır.
Bunlardan açık olarak ortaya çıkan Muzaffer Arslan olmuştur. “Irak Türkmenleri Otonomi Örgütü”nü kurarak memuru olduğu Celal Talabani’nin emrini yerine getirmiştir. Bu şahsa Irak Türkleri soruyor:
Bir yıla yakındır Celal Talabani’nin memuru olarak çalışırken, Bağdat’ta Türkmenler için ne yapıştır? Bu sorunun cevabını kocaman bir “hiç” tir.
Muzaffer Arslan bizim örgütün üyesi olmamasına rağmen, 4.Türkmen Kurultayında ITC başkanlık üyesi olması için destek vererek Türkmen davasına doğru bir şekilde ve doğru bir yerde hizmet etme fırsatını vermiştik. Ancak kendisi Celal Talabani’nin memuru olmayı, “Türkmen Davası”na tercih etmiştir.
Bu gün eski dava arkadaşlarının hiç birini yanında yoktur. Bu kirli “Otonom” plan ve projesinin içinde olan, henüz kendisini deşifre etmeyen ve yakında başka şekillerle ortaya çıkacak olan başka kişilerin olduğu da tarafımızdan istihbar edilmiştir.
Bu kirli oyunlara karşı yüce milletimiz oldukça duyarlıdır. Bu sebepten “Otonom” safsatası Türkmenler tarafından şiddetle reddedilmiştir. Bunun en açık belirtisi olarak; 8 Mart 2006 Çarşamba günü Muzaffer Arslan’ın Peşmerge kanatları altında düzenlediği kandırmaca toplantıya aklı başında olan hiç bir şahıs ve kurumun katılmadığına tanık olduk.
Türkmen Milliyetçi Hareketi olarak milletimize karşı oynanan oyunları ortaya çıkarmak, şifrelerini kırmak ve karşı koyarak bu oyunları bozmak, milletimize hizmet etmenin yollarından biri olduğuna inandığımızdan dolayı bu bidiriyi yayınlar ve bu tür fesat girişimleri de şiddetle lanetleriz.

Yaşasın Irak Türkleri Yaşasın Üniter Irak

8 Mart 2006
Türkmen Milliyetçi HareketiBasın Bürosu

Cuma, Mart 10, 2006

Protesto Bildiri


Aziz Türkmenler

Milletlerin geçirdiği en zorlu dönemlerden birini geçirmekteyiz.

Ülkemizde süpergüçlerin işbirliği ve desteği ile ölümcül iktidar kavgası, talan ve insanlık dramı yaşanmaktadır. Aynı dinden mezhepler bu paylaşım kavgasında birbirine çatışmaktadır. Kerkük’ün zengin iktisadi kaynaklarına da göz diken Talabani ve Barzani, emperyalist uşaklığı pahasına silahlarını Türkmenlere karşı çevirmişlerdir.

Ülkemizin içerisinde bulunduğu bu kargaşa, yaşadığımız tehdit ve tehlikeler, fakiriyle zenginiyle, esnafıyla mühendisiyle, kadını erkeği, yaşlısı ve genciyle hiç bir siyasi kuruluş ve traf gözetmeksizin el ele vermeliyiz.

Bizi hedef alan tehdit ve tehlikeleri tespit edip ortak tedbir almalı ve birlikte hareket etmeliyiz.

Karşımızdaki tehlikeler güçlü ancak batıldır. Çünkü insanlıktan nasibini almamış, ırzdüşmanlarıdır. Kendi topraklarına, insanlarına, kardeşlerine ve kader ortaklarına, hatta dava arkadaşlarına ihanet içerisinde bulunduklarını göremeyecek kadar gözü iktidar ve para ihtirasıyla körermiş ve gaflet içerisindedirler.

Bu vaziyette ortak sağlam duruş direnişimizin esasıdır.

Bütün Türkmenleri Kerkük için direnmeye çağırıyoruz.
Tehditler :
‘Kürdistan’ kelimesine alternatif oluşturması nedeniyle Türkmeneli kelimesi ve ruhundaki Türkmen toprakları hedef alınmıştır.
Kerkük’ün özerk bir statü ile Kürt idaresine bağlanması hedeflenmektedir.
Ekonomik sıkıntı ve savaş ortamının verdiği piskolojik zaafiyetler fırsat bilinerek Türkmenlere Kerkük karşılığı refah vaad edilmektedir.
Türkmen kuruluş ve medyası ‘tarafsız’ adı altında ihanete teşvik edilmektedir.

Esaslar:

Kerkük Türkmeneli’nin başkentidir.
Türkmenlerin yoğun yaşadığı bütün bölge Türkmeneli toprağıdır.
Bu toprakların bir kısmı işgal altında olsalar da kurtarılacaktır.
Türkmenler ve Kerkük asla Kürt idaresine girmeyecektir.
Türkmen Özerk Bölgesi sadece Irak devleti merkez yönetimine bağlanır.
Bu şartların dışında herhangi bir ittifaka girilemez


Bütün Türkmen kurum ve kuruluşlarını Kürt Türkmen Otonomisini protestoya çağırıyoruz

Saygılarımızla
Türkmeneli Milli Birliği

Türkmen Karar partisinden Bildiri



Saygı değer ulu milletimize:

İki hafta önce aldığımız davati üzerine sn. Dr. Müzeffer Arsalan Türkmen şahsiyetlerinin 8/3/2006 tarihinde yapılacak toplantıya katılmalarını bildirmiştir , buna göre fikirlerin birleştirilmesi görüşülecek ve değerlendirecektir.

Fakat dün enternet sitelerinde Dr. Arsalan demeçleri milletimiz tarafından hayratle karşılanmıştır. Türkmen şahsiyetler ve siyasi liderleri emrivakiyle bu projenin kabul etmeleri zamanı geçmiştir. Artık Türkmen görüşü yaratmak için tüm Türkmen liderleri beraberce ve başbaşa tartışarak ve iyi niyetle toplanmaları bir sonuc verecektir. Yani hiç bir tarafın imlaleriyle Türkmen davası yürütülemez .Biz Karar partisi olarak daha önceden pojenin hazırlılığına katılmadığımızdan ve bu gibi ferdi kararların uygulanmasında aksaklık çıkaçağından milletimizi şaştıracak bu sebeplerden dolayı bu toplantıya katılmama kararı aldık.
Türkmen Karar partisi Siyasi büro
7 /3 /2006

Çarşamba, Mart 08, 2006

Talabani’den Yeni Türkmen Tabela Partisi



Savaş Nurettin
Irak Türkmenlerine karsi uygulanan sindirme politikalari sonucu, gercek nufus oranlarini irak siyasi haytina yansitamayan Türkmenleri kontrolü altina almayi amaclayan Kürt gruplari yeni bir sözde Türkmen örgütü daha kurdu.

Doksanli yillarin ortasinda Barzani tarafindan kurulan tabela Türkmen partileri, Barzani kontrolünde Türkmenleri hem merkezde hem de Kuzey Irak Kürt yönetiminde temsil ediyor. Sözde Türkmen Partileri, Türkmenler icin Kürt idaresini, Kürtlerle isbirligini ve Kerkük’ün Kuzey Irak Kürt yönetimine baglanmasini savunuyor.

Irak’ta federasyonun tartisildigi bu gunlerde, bu kez Talabani bir Türkmen partisi kurarak Kerkuk’un kontrolunu bu parti araciligi ile ele gecirmeyi hedefliyor.
Gectigimiz gunlerde Kerkuk ile ilgili yaptigi bir aciklamasinda Talabani, Türkmenlere Kürdistan icerisinde otonomi planladiklarini soylemisti. Bu aciklamanin ardindan Talabani tarafindan kurulan sözde Türkmen partisinin adinin Otonom olmasi da bu planin hayata gecirildiğini göstermektedir. internetajans.com

Talabani’nin yeni kurduğu sözde Türkmen partisinin başkanlığına müusteşarı Muzaffer Arslan’ı getirmesi de beklenen bir gelismedir.

Talabani’nin ABD’den plana Türkiye’ye rağmen destek aldığı biliniyor.

ABD tuzağına dikkat!


MUHAMMED SAİD İDRİS
Rumsfeld ile Rice'ın Arap ülkelerine yaptığı ziyaretler arasında birçok bağlantı bulunmakta. Bu bağlantıların en önemlisi, Irak'ta bir başka Vietnam yaşanmasından çekinen Amerikan Kongresi, medyası ve kamuoyunun baskısı karşısında askerlerini kısmen kararı alan ABD yönetiminin, ülkeye Arap askerleri gönderme çabası. Rumsfeld'in ziyaretini izleyenler, Mağrip ülkelerindeki yoğun görüşmelerin, terörle mücadele konusuna yoğunlaştığına pek ikna olmuş değil. Onlara göre en önemli dosya Irak'taki Amerikan trajedisi. Rumsfeld'in görüşmeleri, Irak'a Arap güçleri yerleştirmenin yanı sıra Mağrip gençlerinin Irak direnişine gönüllü katılımının durdurulması üzerine yoğunlaştı. Terörist köktenci grupların Avrupa ile Kuzey Afrika ülkeleri arasında Akdeniz yoluyla yürüttüğü kaçakçılık faaliyetlerini engellemek için Mağrip askeri güçlerinin NATO tarafından örgütlenmesi de konuşuldu.

Bağdat'taki ABD elçisi Zelmay Halilzad, Rumsfeld ve Rice'ın Arap dünyasının doğusuna ve batısına yaptıkları ziyaretlerden önce Washington'ın siyasi sürece Iraklı Sünni Arapların uygun ve güçlü biçimde katılımını desteklediğini, Sünnilerin Şiiler ve Kürtlerle dengeli oranda katılacağı ulusal birlik hükümeti oluşturulmasında ısrarcı olduğunu, içişleri ve savunma bakanlıkları yanı sıra istihbarat ve Milli Güvenlik Konseyi başkanlıklarının mezhepçi yetkililere verilmesine karşı çıktığını açıklamıştı. Bu yeni Amerikan tutumu Arapların Irak'a güç göndermeyi kabul etmelerini garantiye almak için hazırlık. Zira Arap ülkeleri Irak'ı bölünmeye ve İran nüfuzunun artmasına götürecek bir sürece güç göndermeyi reddediyor. Bu yeni Amerikan tutumunun Irak'a Arap gücü gönderilmesine yönelik çaba önündeki bütün engelleri kaldırması öngörülüyor. Bütün bunlara rağmen en önemli engel değişmeksizin ayakta duruyor. Yani bu güçler Irak'a gittikleri taktirde Amerikan komutası altında olacak, Amerikan güçleri yokluğunda boşluğu dolduracak, Irak'taki Amerikan planına hizmet edecek, hedefi Irak'ı işgalden kurtarmak olan direnişe karşı savaşacak. Bu mümkün mü? Peki çözüm ne?
Bunlar önemli sorular ve Arap güçleri şayet Irak'a gidecekse hedefi, Birleşmiş Milletler komutası altında ve işgal güçlerinin çekilme takvimi kapsamında işgalin sona ermesi olan Arap projesi çerçevesinde gitmeli. Aksi takdirde bu güçler de birer işgal gücü olacaktır. (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, El Ehram Stratejik Araştırma Merkezi uzmanı, 5 Mart 2006)

Annan: Irak'ta uluslararası hukuku ihlal ediliyor

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (A.A)
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle Iraklı yetkilileri uluslararası hukuku ihlal etmekle suçladı.

ABD: Kerkük'te çözüm Iraklıların işi

WASHINGTON (A.A)
ABD Dışişleri Bakanlığı, Irak'ın Kerkük kentine ilişkin meselelerin çok hassas olduğunu, ancak bu konuya çözüm bulmanın Iraklılara düştüğünü belirtti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean McCormack, bir gazetecinin Kerkük sorunu konusunda ABD'nin görüşünü sorması üzerine, “Kerkük'ü ilgilendiren meseleler çok hassas. Biz bunu anlıyoruz, Iraklılar da anlıyor” dedi.
McCormack, “Bu konunun Irak'ta yeni kurulacak hükümet tarafından ele alınması gerekiyor. Yeni hükümetin bunu nasıl ele alacağını göreceğiz, ancak bunun çözümü, Iraklılara düşüyor” diye konuştu.

Pazartesi, Mart 06, 2006

Çatışmayı ABD kışkırtıyor!

Bağdat’ta bir Sünni camiine İçişleri Bakanlığı komandoları tarafından yapılan saldırıda imam dahil 3 kişinin öldürüldü. Saldırı sırasında işgalci ABD helikopterinin de olay yerinde bulunması son derece ilginç! Kerkük’te ise bir Türkmen camisine yapılan diğer saldırıda, 2 kişi öldü.

Cumartesi, Mart 04, 2006

Irak İç Savaşı


Demokrasi Sonrası , Parçalanma Öncesi

Savaş Nurettin
Iraklılar, ABD işgali öncesi uzun yılların ambargosu, savaşları ve dolayısıyla sosyal, ekonomik gerilemenin içerisinde dikta rejimin yıkılması, diğer dünya devletleri gibi demokratik bir yönetim, sosyal ve ekonomik refah arzusu içerisinndeydi.
Bu durumdan istifade eden ABD’nin demokrasi yalanlarına bile inanmaktan başka alternatif yoktu.

İhtilal ve monarşi kültürüne sahip Irak’ta demokratik yapılanma, sadece direnişe karşı alternatif bir cephe olmakla kalmayacak, uzun vadede parçalanmayı da getirecekti.

Ocak 2005 seçimlerinin oluşturduğu geçici hükümet, yazacağı anayasa ve yapacağı yeni meclis seçimleri içten içe Irak’ı parçalanmalara hazırlarken diğer taraftan ABD’nin demokratik yapılanma vitririni süslüyordu.

Etnik ve mezhebe dayalı siyasi gruplaşmalar demokratik yapılanmanın gerekleriydi. Iraklı her gurup bu hakkından istifade edip yeni politik yapılanmada pay arayışı, aynı zamanda ABD’nin geliştirdiği stratejilere de hizmet edecekti.

ABD’nin Irak’ı prototip demokratik yönetim, ekonomik ve sosyal inşası iddaları, mevcut dikta rejimi yıkması askeri zaferini, demokratik yapılanma ve Irak’ın yeniden inşası gibi politik zaferlere dönüştürmesine yetmemiştir.

Böylece ABD, ortadoğunun kalbinde jeostratejik kontrolü sağlayacak bir büyük Irak modelinden vazgeçerek daha basit bir yapılanmaya yönelmiştir.

Direnişin şartları değiştirmesini mütakiben ABD, Güney Kore modelini uygulamaya çalışmaktadır.

İç savaşa giden gelişmeler, ABD’nin Irak’tan asker çekmesi tartişmalarının yoğunlaştığı bir dönemde patlak vermiştir.

İç Savaş ve Parçalanma
Nitekim bu modelin uygulanabilmesi için de ABD’nin öncellikle, ülkeyi ekonomik ve askeri olarak kendisine muhtaç durumda tutması gerekiyor. Dünya kamuoyu , aksi takdirde bir iç savaşın başlayacağına ve yeni bir diktatörün geri geleceğine kısa sürede ikna edilmelidir ki ABD, Irak’taki askeri varlığını sürdürerek kontrolü sağlayabilecektir.
ABD, ”Irak halkinin güveni ve ihtiyaci nedeniyle variz ” sloganinin şartlarını oluşturmaya çalışmaktadır.
ABD, Irak’tan asker çekiyor görünse de, ülkede bir çok askeri üs kuracak ve opere edecektir.

-Irak’ta güvnliği sağlayabilecek gerekli donanımdan mahrum bir askeri güç ile Arap, Türkmen, Kürt, Sünni, Şii arasında muhtemel bir ulusal birliği bozarak ve Irak’ın bölünmesini etkin bir şekilde destekleyerek, savunmasız bir Irak federasyonu yaratmayı planlamaktadır.

Türkmeneli’de Kürtler için iktisadi kaynaklar yaratarak ayrık bir oluşumun esasını yaratması da bunu göstermektedir. Benzeri uygulamalara Basra ve Amara’da da rastlanmaktadır.

-Kendisinin engelleyemediği takdirde Irak ulusal kimliğini reddedecek bir düşman yaratmak da ABD’nin değişen yeni yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu rolü İran ve uzantıları çok iyi doldurmaktadır.NYT gazetesi

ABD, Irak tam anlamıyla kontrol altına alınamadığı sürece, ortaya çıkabilecek herhangi bir ulusal birliği bozmak üzere Irak’ın iç ve dış dayanaklarını sarsarak halkı lıberasyon düşüncesinden uzaklaştırmakta başarılı görünmektedir. Bu, şiddet ve silahlı milislerin (Zarkavi) hakimiyetinin, iktisadi gerilemenin, koltuk kavgasının ve yağmanın devamı demektir ki muhtemel bir birleşik direnişi ve Irak devletini imkansız kılacaktır.

Böylece yeni kıyafetle getirilecek diktatörlüğün ilkeleri de yeni Irak haritasının arkasına not edilecektir.

Çarşamba, Mart 01, 2006

NYT: Iraklı Şiiler ulusal birlik hükümetine direniyor


NEW YORK(ANKA)
Irak'ın iç savaş eşiğinde bulunduğu, iç savaşın tek alternatifi bir ulusal birlik hükümeti olduğu savunuldu. New York Times gazetesi, Şii liderlerinin ulusal birlik hükümeti formülüne direndiklerini belirterek Başbakan İbrahim Caferi ve diğer Şii liderlerini suçladı. Gazete, iç savaş olması halinde Kürtlerin bağımsızlıklarını ilan edebileceklerini, bunun Türkiye'nin Irak'a girmesine neden olabileceğini yazdı.

Irak’a PKK ve Kerkük mesajı



















Irak diplomasi krizi: Bir ’yalanın’ perde arkası


Ertuğrul ÖZKÖK
Ankara büromuzun başarılı diplomasi muhabiri Uğur Ergan, bu görüşmede Çelikkol'un, "Anayasa yürürlüğe girdikten sonra Türkiye'nin bu anayasanın ortaya çıkardığı bütün kurumları tanıyacağını" ilettiğini yazdı.Böylece Türkiye zımnen bölgesel Kürt hükümetini tanıyacağını kabul ediyordu....yazinin tümü

ABD: Irak'ta iç savaştan dünya etkilenir

WASHINGTON (A.A)
ABD Ulusal İstihbarat Direktörü John Negroponte, Irak'ta son günlerde meydana gelen mezhepler arası çatışmaların bir iç savaş ve kaos ortamına dönüşmesi durumunda, bütün Ortadoğu'yu kapsayacak geniş bir çatışma çıkabileceği ve tüm dünyanın bundan etkileneceği uyarısında bulundu... devami

Fransa Iraklı Şii din adamı Mukteda Sadr ile temasta

BAĞDAT (A.A)
Fransa'nın Bağdat Büyükelçisi Bernard Bajolet'nin Iraklı Şii din adamı Mukteda Sadr'ın temsilcileriyle bir araya geldiği bildirildi.
Şii yetkilileri, başkentte Sadr'ın karargahında yapılan görüşmeye Sadr'ın Bağdat temsilcisi Abdülhadi el Daraci ve Sadr hareketinin üst düzey yetkilisi Abdülkazım Essueydi'nin katıldığını belirtti.
Yetkililer, görüşmenin ana gündem maddesinin İslam dünyasını rahatsız eden karikatür konusu olduğunu ifade etti. Görüşmede, 22 Şubat'ta bir Şii türbesine saldırıdan sonra patlak veren Şii-Sünni gerginliğini azaltma çabalarının müzakere edilmesinin de beklendiği kaydedildi.
Sadr'ın hareketi, seçimlerde meclisteki 275 sandalyeden 130'unu kazanan Birleşik Irak İttifakı'nda yer alıyor.