DG
Bağdat’ta anayasa tartışmaları bitmek bilmiyor. Anayasa ile Irak muhtemelen federal sisteme geçerek, kendi ipini kendisi çekecek. Şeriat “hukuk sisteminin başlıca kaynağı” olacak. Din özgürlüğünün yanı sıra “mezhep özgürlüğü” diye bir kavram da hayata geçecek. Petrol gelirleri de adil paylaşılacak. Ama petrol gelirlerinin nasıl adil paylaşılabileceği belli değil. Daha kötüsü anayasa petrolün değil, ama ülkenin nasıl paylaşılacağını ve paylaştırılacağını ortaya koyuyor.
Uluslararası basına göre, Irak’ın geleceği için tasarlanan federal sistemde, Irak Cumhuriyeti Federal Devleti, bir başkentten, bölgelerden, yetkisi genişletilen valiliklerden oluşuyor ve toprak bütünlüğü prensibini temel alıyor. Bir bakıma merkezi otorite minimize edilerek, Afganistan’da neredeyse bütün bölgelerin savaş ağalarına teslim edildiğinde olduğu gibi, Irak da küçük ve etkisiz, ama birbirini dengeleyen bölgelere ayrıştırılacak. Bir başka deyişle Irak’ta atomizasyon sağlanıp, bunun doğuracağı polarizasyon ile dengeleme politikası güdülecek.
Anayasada iki veya daha fazla bölgenin, bir referandum sonucu, tek bir kimlik altında toplanabileceği ifâde ediliyor. Buradan hareketle, Irak’ta Şiî, Kürt ve Sünnî bölgelerinin temel üç ana bölge olmakla beraber, hem kendi içlerinde ayrı bölgelere ayrılabileceği, aynı zamanda üç ana unsurdan görece büyük olan ikisinin üçüncü ile kalıcı ve geçici ittifaklar ile birbirine denge ve üstünlük sağlayabileceği öngörülüyor.
Bölgesel hükümetlere yasama, yürütme ve yargı gücü veriliyor. Bir başka deyiş ile her biri “devlet” kılınıyor. Bölgesel yasama organları ve mensupları bölge sakinleri tarafından seçilen tek bir meclisten oluşacak. Bu durumda başta “petrol” konusu olmak üzere, herhangi bir bölgesel yönetimin Bağdat’ın aldığı karara muhalif bir tutum belirlemesi ve ayrı bir politika izlemesine de müsaade ediliyor.
Bölgesel yürütme organları, o bölgenin başkanına bağlı olacak. Sadece bu politika bile Bağdat’tan bölgeye herhangi bir yetkilinin koruma ordusu ile dahi gidememesi sonucunu doğurur.
Yetki genişletme prensiplerine göre, kendi kendini idare edebilmek için bir bölgeye bağlı olmayan valilikler en geniş mali ve idari yetkilere sahip olacak. Valilik konseyi hiçbir kuruma veya bakana bağlı olmayacak.
Bölgeler ve valiliklerin, büyükelçiliklerde ve diplomatik yerlerde kültürel, sosyal ve yerel gelişme meselelerini takip etmek amacıyla temsil büroları açma hakkı var. Bu yaklaşımın tek bir sonucu olabilir; O da Irak açısından geleceğin bir facia hâline gelmesi. Bu tutum Irak’ta milletler ve mezhepler arasında savaşı başlatıp, komşu ülkeler üzerinde de vakum efektine sahip olabilir.
Temsilciler Federal Meclisi'nde 1 koltuk 100.000 Iraklıyı temsil edecek. Üyeler, tüm Irak halkını temsil edecek ve görev süreleri 4 sene olacak. Sandalyelerin en az %25'i kadınlara ait olacak. Bu durumda her millî ve dinî grup her bir 100.000 üyesi için bir sandalyeye sahip olmalı. Ama bunun gerçekleşmesi sadece ham bir hayal.
Irak Cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu federal yürütme organı konumunda olacak. Iraklı anne-babadan olup, Irak doğumlu ve 40 yaşını geçkin olması gereken cumhurbaşkanını Temsilciler Meclisi, üçte ikilik çoğunluğu sağlayarak, kendi üyelerinin arasından ve dört senelik bir görev için seçecek.
Yürütmede cumhurbaşkanının altında, seçimlerde en çok oyu alan parti başkanının kuracağı hükûmet yer alacak. Başbakanı bakanlar seçecek. Bu sistemde –anayasada yazdığına göre- bakanlar kurulu ve başkanı yürütmeden sorumlu olacak. Muhtemelen bu noktada cumhurbaşkanı ve başbakan birbirinin dengeleyicisi olarak öngörülmüş.
Anayasaya göre “demokratik prensiplere karşı olan bir kanunu ilan etmek yasak” olacak. Büyük bir olasılıkla bu madde merkezî hükûmet ile bölgeseller arasında çok ciddi bir meşruîyet tartışmasını ve birbirine yönelik itirazların temeli olacak.
Anayasa Irak’ı, “çok uluslu, çok mezhepli ve çok kültürlü” bir ülke olarak tarif ediyor. Irak’ın aidiyeti ise “Müslüman dünyanın bir parçası” ve “Arap halkı Arap ulusunun bir parçası” şeklinde, kendi içinde akıl almaz bir çelişki ile niteleniyor.
Modern siyâsî deyimlerden içerikleri bilinmeden cahilce yararlanılarak yazılan anayasa hem “çok uluslu” hem “çok kültürlü” olmayı hem de “Arap ulusunun parçası” gibi bir üst kimlikle sunarken, resmî dil olarak sadece Arapça ve Kürtçe’ye yer veriyor. Nerede kaldı, çok ulusluluk, nerede kaldı çok kültürlülük. Üstelik bunların dışında kalan dillerin temsilciler meclisi, bakanlar kurulu, mahkemeler ve kongreler gibi resmî yerlerde kullanımı ise yasak!
Petrol ve gaz konusunda ise anayasa şöyle diyor;
“Petrol ve gaz Irak halkına aittir. Federal hükümet, petrol ve gazı bölgeler ve valilikler ile işbirliği içerisinde yönetir. Gelirler, ülkedeki nüfus yoğunluğu göz önüne alınarak adil bir şekilde paylaşılır”.
Şu anda Irak’ta hangi şehrin ne kadar nüfusu olduğu bile belli değil. Federal hükümet, yani merkezi yönetim –bu maddeye göre- Irak’ın ulusal kaynaklarının sahibi değil. Ulusal kaynaklar merkezî yönetim ile bölgeler ve valiler arasında işbirliği ile yönetilecek. Örneğin Kürt grupların biri “vermiyorum” derse, Bağdat hiçbir şey yapamayacak.
Bu maddeler bir ülke anayasasından ziyâde “yağma için işbirliği tutanağı” görünümüne sahip. Hiçbir ülke için daha büyük kötülük olamaz. Anayasa ülkeye düzen veya nizam getirmek yerine, sadece yaşanan trajedinin daha üst bir seviyeye çıkmasının kurallarını içeriyor.
Bu arada The Washington Post’un da belirttiği gibi, Iraklı yetkililer, siyasi liderler, insan hakları savunucuları ve kurbanların ailelerine göre; çoğunlukla Irak hükümetine bağlı güvenlik güçlerinin birer parçası olarak operasyonlar düzenleyen Şii ve Kürt milisler, bir dizi adam kaçırma, suikast ve diğer yıldırma eylemleri gerçekleştirerek ülkenin kuzey ve güney kesimlerindeki kontrollerini pekiştiriyor ve Irak'taki etnik ve mezhepsel farklılıkların daha da derinleşmesine neden oluyorlar.
Şiilerin egemen olduğu güneydeki Basra kenti ve Kürtlerin yönettiği kuzeydeki Musul ile çevre köy ve şehirlerin sakinleri, milislerin giderek kuvvetlenen hakimiyetleri karşısında güçsüz kaldılar.
Saddam’ı deviren ve beceriksizce Irak’ın her şehrinde bir Saddam olmasına neden ABD, milislerin ve bağlı bulundukları siyasi grupların büyüyen otoritesi ile arazilere el koyma, düşman olarak algıladıkları diğer gruplara meydan okuma ve destekçilerini koruma altına alma çabalarına karşı ses çıkarmıyor.
Irak’ta hükümetin kurulmasından bu yana Irak'ın ikinci en büyük kenti olan Basra'da düzenlenen düzinelerce suikastta eski Baas Partisi üyeleri, Sünni siyasi liderler ve rakip Şii grupların yetkilileri öldürüldü. Basra'da mayıs ayından bu yana 65 suikast düzenlendi. Bu suikastların birçoğu polis araçları içindeki üniformalı kişilerce gerçekleştirildi. Bölgenin Valisi, Şii milislerin polis kuvvetleri içine sızdığını belirtirken, bir yetkili de polis memurlarının %90'a yakınının dini partilere bağlı olduklarını ifade ediyor.
Basra'nın 13,600 kişilik polis örgütü kentte güvenlikten ziyade bir korku aracına dönüşmüş durumda. Güneyde Şiî gruplar ve kuzeyde Kürtler dehşet saçıyor.
Kuzey Irak'ta ise durum çok daha kötü. Kürt partiler daha önceden varlığı bilinmeyen beş tutukevinde, kaçırılan ve ülkenin üçüncü en büyük kenti olan Musul'dan ve İran sınırına kadar uzanan bölgedeki birçok yerleşim yerinden gizlice çıkartılan yüzlerce, Sünni Arabı, Türkmeni ve diğer azınlık mensuplarını tutuyor. Görgü tanıkları, aslında ABD destekli Irak ordusunun emri altında bulunması gereken bu milis gruplarının, Kürtlerin çıkarlarına karşı faaliyet gösterdiklerini düşündükleri hükümet yetkililerini ve siyasi liderleri dövdüğü ve tehdit ettiğini, kanlar içinde bir yetkilinin Musul'da bir kamyonetin arkasında teşhir edildiğini söylüyorlar.
Betnahrain adlı insan hakları örgütünün Başkanı Nahrain Toma, "Saddam'ın yaptıkları ile Kürtlerin burada yaptıkları şeyler arasında hiçbir fark göremiyorum" diyor.
The Washington Times’a göre Toma, Şii ve Kürtlerin uyguladıkları taktiğin ABD'nin arta kalan saygınlığını da erittiğini, zira birçok kişinin, milislerin Amerika ve İngiltere'nin icazetiyle hareket ettiğini söylüyor. Toma şöyle konuşuyor: "Artık hiç kimse Amerikalılarla alakalı bir şey istemiyor. Neden? Çünkü Amerikalılar iktidarı Kürtlere ve Şiilere verdiler. Onlardan başka kimsenin hiçbir hakkı yok."
Ama dürüst bir cevap vermek gerekirse, süper gücün imkanları peşmergelerle başa çıkmaya yetmiyor. ABD Haziran ayında “hukuksuz tutuklamalara” son verilmesi çağrısında bulunmuştu...
İnsan hakları savunucuları, siyasi liderler ve serbest bırakılan tutuklular, Kürtlerin gözaltına aldıkları insanları Erbil, Süleymaniye, Dohuk, Akrah ve Şaklava'daki hapishanelerde tuttuklarını bildiriyorlar. Toplam tutuklu sayısı bilinmiyor. ABD ordu yetkililerinin haziran ayında yayımladıkları bir açıklamada yalnızca Kerkük'te 180 kişinin gözaltında olduğu bildirilirken, siyasi liderler bu sayının 500'ü aştığını belirtiyorlar. Musul'da 120 ailenin geçen ay kayıp yakınları için İnsan Hakları İslam Örgütü'ne başvuruda bulundukları kaydediliyor. Irak Kızılayı'nın Erbil temsilcisi Nevazad Kadir, kentte yüzlerce kişinin tutuklu bulunduğunu, yüzlercesinin ise diğer hapishanelere kapatıldığını söylüyor.
Bu şartlar altında böyle bir anayasa kurulması, Irak için “istikrar” değil, “iç savaş” tasarımları olduğunu gösteriyor. Anayasa yürürlüğe girdikten sonra her an bir bölgesel yönetim bağımsızlığını ilân edebilir…