Pazar, Eylül 25, 2005

YENİ IRAK’IN UFKUNDA SAVAŞ VAR

Irak’ta gelinen noktaya bakıldığı zaman birçok tez öne sürülebilir. Ama hiçbirisinin iyimser olmasına imkân yok. Çünkü Irak –her şeyden önce- “devlet” ve “ülke” kavramlarının temel özelliklerini yitirdi. Irak’taki etnisiteler birbirinden keskin çizgiler ile ayrıştı ve her biri –resmen olmasa da- ayrı devletçiklere ve ülkeciklere bölündü. Irak’ın yeni anayasasına bakıldığında, anayasanın öncelikle hemen her kesimin önceliğini kabûl eden ve yürürlükte kalması yüksek olmayan bir belge olması…
Anayasa Irak’a düzen getirmek yerine, Irak’taki mevcut düzeni veya düzensizliği meşru hâle getirmesi hedefliyor. İlk bakışta Irak’ta herhangi bir paydaş olmamasından hareketle, anayasanın mantığının doğru olduğu savunulabilir. Nihâyetinde Irak’ta bundan sonra da Kürtleri, Şiîleri ve Sünnîleri bir arada tutmak veya beraber yaşamaya mecbur etmek kolay değil. Irak kabaca her üç kimliğe ait üç bölgeden meydana geldiği varsayımı ile tartıldığında, bunda önemli bir sorun da görülemeyebilir.
Belki mevcut Irak sınırları teoride tek bir devletin ve pratikte ise çeşitli dinî ve millî liderlerin kumanda ettiği etnik grupların yönetiminde olursa, belirli bir ölçüde Irak dengede tutulabilir. Bu durum, Irak’ın belirli bölgelerinde, belirli saatlerde ve kısıtlı seviyede etkin olabilen ABD birlikleri ile Bağdat’taki yönetim açısından belirli bir konfor da sağlayabilir.
Fakat hiçbir şey o kadar basit değil. Çünkü tek bir kıvılcım devasâ bir savaş başlatabilir. Irak’ın mevcut durumunun içerdiği olumsuzluklar kısa sürede bütün komşuları üzerinde vakum etkisi yapabilir.
Irak Devlet Başkanı Celal Talabanî’nin “Sünnîlerin isteklerinin karşılanması gerektiği” yönündeki açıklamaları, Talabanî’nin ülkede tansiyonu düşüremediğini ispat ediyor. Aynı şekilde Talabanî’nin konvoyunun silâhlı saldırıya uğraması da, Şiîlerin anayasa taslağını “Sünnîlerin kesin itirazına rağmen meclise getirmesi”, olacaklara ışık tutuyor.
Nitekim ABD Genelkurmay Başkanının Irak'taki şiddetin daha da kötüleşebileceği yönündeki açıklamaları da bunun açık bir işâreti. ABD’den gelen bu uyarının önemsenmesi gerektiği ölçüde AB’nin Irak anayasa taslağının kabûl edilmesini memnuniyetle karşılamasına hayret etmek gerekiyor. Çünkü AB bu anayasanın kökeni olan savaşa karşıydı ve anayasa AB’ye anlam veren bütün değerlerin tersini savunuyor.
ABD’nin Bağdat’taki büyükelçisi Halilzad’ın “Türkiye’nin yeni Irak idealine bağlı olması” gerektiği yönündeki açıklamaları ise ayrıca kaygı verici.
Halilzad’ın ifâde ettiği şekli ile “yeni Irak” incelendiğinde, “terör”, “organize suç”, “otorite boşluğu”, “etnik çatışma” ve “etnik ayrımcılık” dışında göze pek bir şey çarpmıyor. Yeni Irak bir ölçüde de “Arap” değil “İslâm”, “üniter” değil “federal” ve “Kürt” kimlikleri ile de tarif ediliyor.
Türkiye’nin “yeni Irak idealine bağlı” olması, sınır güvenliği başta olmak üzere, daha birçok sorunu ve devâmındaki muhtemel gelişmeleri peşinen kabûllenmesi anlamına gelir.
Mevcut şartlara bakıldığında Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren grupların “Kürt kimliğini”, Orta Doğunun yeni Filistin’i hâline getirmeyi hedeflediği ve konunun yeni çerçevesini “sınır aşan” bir kontekste algıladığı görülüyor.
Diğer taraftan “yeni Irak”, Türk sınırından çıkacak bir kamyonun veya yolcunun Basra’ya kadar “en az dört farklı otoritenin toprağından” geçmesi anlamına geliyor.
Savaşın öncesine göre inanılmaz bir tırmanış gösteren etnik kamplaşma, Irak’ın hemen her kesiminde çatışmalarla sürüyor. Saldırılar ve çatışmalar ile can kayıpları, belki “terör”, “bölgesel anlaşmazlık”, “kriminalite” ve “kaza” gibi farklı şekillerde yorumlanabilir. Ama özünde Irak’ta yaşanan “Şiîlere saldırı”, “Sünnîlere saldırı” ve “Kürtlere saldırı” olayları, etnik çatışmaların hâlihazırda olduğunu gösteriyor.
Görece daha küçük etnik gruplara yönelik baskılar, komşu ülkelerin ve uluslararası toplumun muhtemel reaksiyonu nedeniyle çatışmaya dönüşmese de, her an olabilir.
Bugün itibariyle Irak’a bakıldığında, kendisini Şiî veya Kürt olarak tanımlamayan kesimlerin sistemle ilişkisinin kesildiği ve hatta görüşlerinin şeklen dahi önemsenmediği görülüyor.
ABD’nin Irak’taki varlığı her ne kadar mevcut şartların müsebbibi olsa da, aynı zamanda şartların daha da ağırlaşmamasının temel nedeni. ABD Genelkurmay Başkanı General Richard Myers’ın, Pentagon'da yaptığı basın toplantısında, ABD kuvvetlerinin Irak istikrara kavuşmadan ülkeden çekilmesi halinde, Suudi Arabistan ve muhtemelen İran da dahil olmak üzere, Orta Doğu'da ani bir istikrarsızlık baş göstereceği yönündeki görüşü çok büyük ölçüde haklı.
Yeni Irak’ın tasarımında “örnek ülke” veya “lider ülke” gibi bir kimlik düşünülmedi. Yeni Irak “kurtarılmış, özgürleştirilmiş” olmasının ötesinde “diğer kurtarılacak ve özgürleştirilecekleri kıskandırması” için de tasarlanmadı. ABD, yeni Irak’a farklı bir konum belirledi.
Muhtemelen yeni Irak’ın egemen grupları, komşu ülkelerde var olan akraba veya türdeş grupların “disipline edilmesinde” rol alacak. Yine muhtemelen sistem dışına itilen Sünnî grupların sistem ile savaşı da, yeni Irak’ın temel dinamizminin çerçevesini oluşturacak.
Kuvvetli bir iç tehdit ve kendisine kuşku ile bakan komşu ülkelerin oluşturduğu çember, Bağdat’ta, Basra’da, Necef’te, Kerkük’te, Erbil’de ve Süleymaniye’de hâkim olanların meşruîyetini teşkil edecek.
Fakat bir sorun daha var; Şiîler ve Kürtler bir araya gelerek, Sünnîleri büyük ölçüde devre dışı bırakmayı başardılar. Ama yarın denklemler değiştiğinde çok şey farklı olabilir. Örneğin Türkiye’nin inat ve ısrarla belirttiği, “Irak’ın petrol gelirinin bütün Irak’a ait olması gerektiği” hususu, ciddi bir gerilimin temelini teşkil edebilir.
Anayasa referandumunda oylar 18 eyaletin tamamında verilecek. Kurala göre, ülkedeki 18 eyaletten herhangi üç eyalette referandumda oy kullanacakların üçte ikisi olumsuz cevap verirse anayasa taslağı hayata geçmeyecek. En az dört eyalette Sünniler çoğunluğu oluşturmakta ve din adamları bu eyaletteki Sünni halkı anayasaya “hayır” demeleri yönünde teşvik ediyor.
Taslağın kabûlü veya reddi herhangi bir değişim getirmeyeceğinden pek önemli görünmese de, Irak’ı meydana getiren toplulukların psikolojisinde “kritik eşik” işlevine sahip olabilir. 15 Ekim'de düzenlenecek anayasa referandumu ve 15 Aralık'ta düzenlenecek genel seçimler olumlu değil, olumsuz gidişatı hızlandırabilir.
Sünnîler açısından anayasanın uygulamaya geçmesi kendilerine acilen Suriye, Suudî Arabistan, Filistin ve Ürdün’de “simetrik ve asimetrik müttefik” bulma veya ittifakları pekişme mecburîyeti doğurabilir.
Şiîler mevcut İran bağlantısı ile kendilerini güvenceye alarak, devre dışı kalan Sünnîlerden ziyâde ittifak hâlinde oldukları Kürtlerle rekabete girebilir. Bu arada Bağdat caddelerinde Sünnîlerin kanlı güç gösterisinin ötesinde, Mukteda el Sadr'ın Mehdi Ordusu ve rakip Şiî grupların çatışması, ekimdeki referandum için hükümetin umutlarını çökertebilir.
Kürtler, Suriye ve İran ile ilişkilerini belirli bir çerçeveye oturttuktan sonra, Türkiye ile yeni sorunlar yaşayabilir. KDP ve KYB’nin birçok bakımdan “Filistin modelini” esin kaynağı olarak görmeleri hiç şaşırtıcı olmaz.
ABD Sünnîleri “anayasada daha birçok değişiklik yapılabileceği” vaadi ile tatmin etmeye çalışıyor. ABD öncelikle Kürtlerin ve Şiîlerin beklentilerini karşılayarak ve sınırları kendi menfaatleri doğrultusunda güvenceye alarak, Sünnî fırtınasını ülkenin orta kesiminde sınırlamayı deniyor.
Yeni Irak’ta yaşanan olumsuzlukları sadece yeni hükümete veya rejime bağlamak büyük ölçüde insafsızlık olur. Şâyet Irak’ın geçmişinde bu derecede merhametsiz ve gaddar bir diktatörlük olmasaydı, muhakkak çekilen acılar ve yaşanan sorunlar daha hafif olurdu.
Ne yeni rejimin ilk yılları ne de kurulan ilk hükümetlerin çözüm aracı olacağını düşünmemek gerekir. Bununla birlikte Irak’ta yeni döneminde hem bölge istikrarının hem de ülke istikrarının gözetilmesi gerekiyor.
Bunun için temel şart Irak’ın demokratik kurumlar ile bir an önce tanışması ve demokrasi kültürüne sahip olması. Fakat Yeni Irak’ın başlangıcından bu yana olanlara bakınca, ne bölge istikrarının ne de ülke istikrarının kimseyi ilgilendirmediği görülüyor.
Nitekim Irak’ta öngörülen demokratik sistem ise, -her şeyin sıfırdan kurulduğu gerçeğinden ve kolaylığından da hareketle- hiç de umulan yolda ilerlemiyor.
Bu noktada hem yaşanan olumsuzlukların hafifletilmesi hem de Irak’ın hür dünya ile ilişkilerini pekiştirmesi için Bağdat’ın öncelikli olarak, batı ittifakına ait ve yüzü batıya dönük, bununla beraber aynı dini ve benzer bir kültürü paylaştığı bir komşu ile stratejik derecede yakınlaşması ve işbirliğine girmesi gerekir.
Türkiye’nin Irak konulu her barışın ve savaşın anahtarı olduğu ve olmaya devâm edeceği gerçeğinden hareketle, uygun bir partner olabilir. Türkiye’nin demokratik tecrübeleri ve siyâsî kültürü, bununla beraber askerî konulardaki birikimi ve Türkiye-Irak ilişkilerinin lokomotifi durumundaki ticarî ve iktisadî boyut büyük ölçüde yol gösterici olabilir.
Türkiye hem Irak’ın batıya açılan penceresi hem de Irak’ın çoktaraflı altyapı projelerine iştirakinin itici gücü olabilir. Türkiye hem Irak’ın akademik, idarî, askerî ve hukukî kadrolarının eğitimine hem de açık ve sivil toplumun Irak’ta kuvvetlenmesine katkı sağlayabilir.
NATO’nun Barış İçin Ortaklık projesi kapsamında -NATO üyesi olmasa da, yine de NATO’nun güvenliği için- Irak ile istikrar ve barışı kurma ve koruma çalışmalarında Türkiye üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilir.
Bütün bunlar ve bunlardan daha fazlası Yeni Irak’ın ufkundaki savaş bulutlarının dağıtılmasına yardımcı olabilir.
DG