DG-Irak Cumhuriyeti’nin anayasasının çok güzel bir giriş bölümü var. Keşke bir tek kelimesi de doğru olsaydı. Edebî değeri yüksek de olsa, maalesef sadece Irak’taki bütün etnik gruplar anılarak, bir yerde baştan savma bir şekilde ezilecek kimliklere karşı anayasal bir koz oluşturuluyor.
Anayasa birinci maddede Irak Cumhuriyeti’ni “bağımsız ve egemen bir devlet” ve yönetim şeklini “cumhuriyetçi, federal ve parlamenter demokrasi” olarak tarif ediyor. İslâm’ın resmî din ve yasamanın başlıca kaynağı” ilân edildiği anayasa, “İslam’ın değişmez hükümleriyle çelişen yasa çıkartılamayacağını”, ama “demokrasinin temel ilkeleriyle de çelişen yasa yapılamayacağını” kaydediyor.
Dinî vecibelerin anayasal garantiye alındığı belgede, sorun üçüncü maddede başlıyor;
“Bünyesinde barındırdığı Arap kesim itibariyle Irak, Arap ulusunun da bir parçasıdır.”
Burada çizilen bir sınır var. Madde dört ise Türklere bir sınır çiziyor;
“Irak Cumhuriyeti’nin resmî dilleri Arapça ve Kürtçe’dir.”
Ayrıca;
“Resmî Gazete Arapça ve Kürtçe yayınlanır. Türkmence ve Asurice bu iki toplumun nüfuslarının yoğun olduğu idari birimlerde diğer iki resmî dildir” .
Bundan sonra Madde 5’te “hukuk üstündür” denmesi ise anayasanın ne önceki ne de sonraki hükümleri ile uyumlu. Örneğin Madde 7, “Saddam Hüseyin’in Baası ve bütün sembolleri başta olmak üzere ırkçı, terörist, kökten dinci ve etnik ayrımcılığını benimseyen hiçbir program veya kurum teşkil edilmez. Bunların savunulması, desteklenmesi ve teşvik edilmesi yasaktır. Irak’ta tesis edilen çoğulcu demokratik düzenle bağdaşmayan bu unsurların faaliyetlerinin ne şekilde yasaklanacağı yasayla belirlenir” diyor.
Bunun pratikteki uygulamasının Türklerin hak arayışında “ırkçılıkla”, Sünnî ve Şiî siyâsî hareketlerin “kökten dincilikle” suçlanacağı aşikâr.
Madde 9 Irak ordusunun darbe yapmasını veya bir grubun emrine girmesini yasaklıyor. Hatta ordu dışında silâhlı grup olması da yasaklanıyor.
Anayasa temel haklar bölümünde, her ülkenin anayasasında olan veya olması gereken bütün maddelere yer vermiş. Anayasanın yürürlüğe girmesinden itibaren neredeyse bütün Iraklıların ve Irak’taki, bütün siyâsî grupların “anayasaya aykırı olacağı” iddia edilebilir. Kurulacak sistemin kozmetik tedbiri olarak düşünülen anayasanın hazırlanmasına birkaç kaygının güdüldüğü görülüyor.
Bunların başında egemen olan grupların kendilerini ne şekilde güvenceye alacakları ve karşı hamleleri ne şekilde önleyecekleri üzerinde yoğun mesai yapılmış. Ondan sonra ise, Irak’ın devlet olabilmesi için gereken kurallar dizisi belirlenerek, mevcut sistemin “devlet gibi” olması öngörülmüş.
Aslında temel mesele “Kürtlerin Irak’tan ayrılması için, önce Irak’ın kurulması gerektiği” gibi görülüyor. Çünkü Barzanî ve Talabanî Iraklı Kürtlerin , Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasıyla ilgili olarak referandum yapılması taleplerini bir dilekçeyle BM'e bildirdi. İngiliz Daily Telegraph gazetesi, Kuzey Irak’ta referandum isteyen ve iki ana Kürt partisinden ayrı çalışan bir komitenin, bir ‘bağımsızlık referandumu’ için imza topladığını yazdı.
Ancak Irak takviminde ard arda yer alan iki önemli gün arasında –her iki günden de memnun olmayan Sünnîlerin- tepkili olacağı tahmin edilebilir. 15 Ekim (anayasa referandumu) -15 Aralık (genel seçimler) zaman aralığı Irak tarihindeki en kanlı dönem de olabilir.
Muhtemelen Irak takviminde anayasadan sonra “Kerkük sorununun” tırmandırılması ve devâmında Kürtlerin ayrılması var. Gerek 15 Ekim gerekse 15 Aralık, sadece Irak’ta değil, bütün komşu bölgelerde “Kürt millîyetçiliğinin tepe noktasını” yakalayacağı bir süreç olacak.
135. Madde, Kürtlerin Kerkük'ü en geç Aralık 2007'ye kadar “kendi sınırlarına” dâhil etme talebini garanti ediyor. O nedenle, KDP ve KYB bölge şartlarını dikkate alarak, 15 Aralık 2005 ve Aralık 2007 tarihlerine yönelik ayrı eylem planlarını uygulamaya koyabilirler.
Iraklı Kürtlerin sürece Talabanî ve Barzanî’nin menfaatleri doğrultusunda aktif katılımı ve bölge ülkelerinin müdâhil olmasından kaygı duymaması için, bilhâssa Barzanî’nin yakın zamana kadar yaptığı, ama kısa bir süre önce ara verdiği, açıklamaları yeniden başlayabilir.
Varsayım olarak; Kürtlerin hedefine ulaşabilmesi için Irak Türklerinin ya tatmin edilmesi ya da sindirilmesi gerekiyor. Aynı şekilde Türkiye’nin de tatmin edilmesi ya da Türkiye’nin konu ile meşgûl olamayacak derecede yoğun bir gündemi olması gerekiyor. Bir ihtimâl olarak belirtmekte fayda olabilir; Aralık 2007 Türkiye açısından AB’nin yıl sonu zirvesi öncesindeki gergin ve sıkıntılı bir bekleme dönemine tekabül edebilir.
Bu, ayrıca önemli. Çünkü Kürtlerin Irak Türklerini tatmin veya sindirme için 15 Aralık 2005’ten Aralık 2007’ye kadar zamanı olacak. Muhtemelen Türkiye’nin herhangi bir itirazı olursa, “bağımsız, demokratik, anayasaya ve seçilmiş bir parlamentoya sahip bir ülkenin iç işlerine” karışmış olacak...
Kuşkusuz burada temel etken Şiî-Kürt dengesi olacak. Şiîlerin tercihinin Irak’ın bütünü mü, yoksa Kürtlerin alamadıkları yerler yönünde mi olacağı belirleyici olabilir. ABD’nin veya İngiltere’nin yaşanacak gerginlik dönemlerinde, bugüne kadar sadık kaldıkları “Irak’ın geleceğini Iraklıların belirleyeceği” fikrinde ısrarcı olacakları tahmin edilebilir.
Şu ihtimâlde çok önemli;
Talabanî’nin Die Welt Gazetesi’ne söylediğine göre, “anayasanın reddedilmesi hâlinde ise, yine de 8 Ocak'ta seçimler yapılacak. Bu seçimlerin sonucunda, başka bir anayasa taslağını hazırlayacak olan yeni Ulusal Meclis oluşacak.”
Anayasanın reddi pek mümkün değil. Ama ya 15 Aralık’ta seçimler yapılamazsa. Bu durumda KDP ve KYB “de facto” bir şekilde yine aynı hedeflerine yürüyebilirler.
Nihâyetinde bağımsız bir Kürt devletinin ne biri ne de diğeri için sakıncası var. Muhtemelen mevcut Irak sınırının diğer tarafında ilân edilecek rejim de, “Türkiye ile iyi ilişkilere verdiği büyük önemi” vurgulayacak ve kapsamlı işbirliği önerisinde bulunacaktır. Güneyde ABD ve İngiltere ile uyumlu bir Şiî devleti de hiç mantıksız görünmüyor. Kuzeydeki Kürt devleti ise, bölge ülkeleri açısından gereken bir enstrüman olarak değerlendirilmeye müsait olur. Sünnîler ise Şiîlerin ağırlıkta olacağı bölgede kalacağı için, burada yaşananlar “ABD-Irak” değil, Irak’ın içişleri kapsamında “Şiî-Sünnî” çekişmesi formasyonuna da geçebilir.
Buna uygun bir işâret de, İngiltere basının bir haberine göre, üst düzey bir Kürt yetkilinin, Irak geçici anayasasının gelecek ay yapılacak referandumla onaylanması halinde, Kuzey Irak'taki petrol keşifleri konusundaki anlaşmaların, hem merkezî Irak hükümeti, hem de bölgesel hükümetleri ile müzakere edileceğini söylemesi.
Türkiye açısından “Kürtlerin bağımsızlığına giden süreçte” bir detay daha var. Türkiye şu anda yüzde 100 haklı gerekçeler ile GKRY’deki rejimi tanımıyor ve aynı zamanda Ermenistan ile sınırı kapalı. Kuzey Irak’ta yaşanacaklar sonucunda, Türkiye’nin “tanımadığı” ve/veya “sınırını kapalı tuttuğu” bir komşusu daha olacak.
İran ve Suriye’nin eyyam ile sahiplenmeyeceğini varsayalım, yine de gerek AB gerekse ABD ile ilişkilerde zorluklar olabilir. Yine aynı kapsamda, kontrolü olmayan yasal ve/veya yasadışı nüfus hareketleri de yaşanabilir.
Yine Talabanî’nin Die Welt Gazetesi’ne verdiği mülâkattan devâmla;
“SORU: Kürtler, şimdiye kadar sadece Irak'ta özerkliğe sahip. Bu durumla memnun musunuz?
TALABANİ: Biz Irak Kürtleri olarak Kürdistan'ın başka bölgelerine karışmıyoruz.”
Arap Birliği’nin ve Irak’ın komşularının âcilen diplomatik inisiyatif kullanması gerekiyor. Aksi hâlde heyetleri Bağdat’ta gün ortasında saldırıya uğrayan Arap Birliği, bir süre sonra Irak’a da gidemeyebilir.
Türkiye’nin Kafkasya’daki gibi bölge istikrarını muhafazayı ve bölgesel sorun üreticilerini değişime zorlamayı sağlayan, bölgesel ve çoktaraflı iktisadî ve siyâsî projelerine bu bölgede yenilerini eklemesi gerekiyor. Muhtemelen Türkiye’nin önüne “Kürtlerin kuracağı devletin, Türkiye’nin sunacağı imkânlar ile Türkiye’ye yakın tutulabileceği ve işbirliğinin Kürt yönetimini evcilleştireceği yönünde teklifler gelebilir. Hatta bunun için özel anlaşmalar ile Irak Türklerine de bazı olanaklar sunulabilir.
Ancak söze konu sürecin başlaması hâlinde, sonrasında yaşanacak hiçbir gelişme sonucunu değiştirmeyecektir. Kurulacak rejimin kökleri ve aktörlerinin geçen süredeki icraatı, Türkiye’ye bakış açısı ve sonrasında ellerinde koz olarak tutacağı olgular, ne işbirliği ne de yakınlaşma ile aşılabilir değildir.