Pazartesi, Mayıs 15, 2006

KÜRDİSTAN BÖLGE YÖNETİMİ-ANKARA DİYALOĞU KAÇINILMAZ...


Nereden nereye geldik. Korkularımız yüzünden başımızı kuma gömmemiz, bölgemizde ve dünyada, bize rağmen meydana gelen gelişmeleri engellememizi tabii ki sağlamadı.Bu türden bir gelişme, yanıbaşımızda, hem bize rağmen hem de bizim, 1991’deki dolaylı desteğimizle meydana geldi. Irak Anayasa’nın öngördüğü biçimde, Kuzey Irak’ta, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin,- ki kimileri hükümet diyor- pek çok ülke temsilcisinin katılımıyla geçen hafta düzenlenen bir törenle resmen kurulması yolundaki gelişmeden bahsediyorum. Ankara, Irak’ın benimsediği bir anayasaya “hayır” deme yetkisi bulunmadığına göre- ki aklın yolu bunu gerektirir- Kürdistan Bölge Yönetimi’yle, ülke anayasasının öngördüğü sınırlar içinde diyalog kurmak zorunda. Ama Türkiye içindeki engelleri de aşması gerekiyor. Örneğin, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin kuruluş törenine, Türk yetkililer, Irak anayasası henüz yürürlüğe girmediği için katılmadıklarını belirtiyorlar. Türkiye içi engeller belki de törenlere resmi katılımı engelledi. Ama bu törene, Amerikan, Rus, İngiliz, Çin ve hatta İran temsilcileri katıldı. Törenlerde, Türkiye’nin yokluğunun altında, Ankara’da halen siyasi otorite ve askerler arasında, Kürdistan hükümetine karşı nasıl bir tavır takınılacağı konusundaki görüş ayrılıkları yatıyor zannediyorum. AKP hükümeti, Kuzey Irak bağlantılı sorunlara, salt asker gözlüğünden bakan dar kapsamlı politikalardan ayrılarak, Irak’taki tüm etnik gruplarla diyaloğunu geliştirdi. Bir hükümet yetkilisinin deyimiyle, “Yapıcı ve Soft Power (Yumuşak Güç- Politikaların, askeri önlemler son çare olmak kaydıyla, öncelikle siyasi araçlarla yürütülmesi) Projeksiyonu” yapan bir ülke haline geldi. Ancak işin içine özellikle Kürtler girince hükümetin, “Yumuşak Güç” politikası engellerle karşılaşıyor. Nitekim, dünyada kriz yaratan sorunların çözümüne katkı sağlama arayışlarındaki saygın fikir kuruluşlarından Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Başkanı Joost Hiltermann, geçen hafta başında, merkezi Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, hükümet ile askerlerin, hem Türkiye içindeki hem de Irak’taki Kürtler konusunda görüş ayrılığı içinde bulunduğunu ve ordunun, her iki konuda da sert bir pozisyon aldığını belirtiyordu. Ancak geldiğimiz noktada, siyasi otorite ve askerler arasında, Kürdistan yönetimine yönelik nasıl bir yol izleneceği konusundaki görüş ayrılıklarının giderilmesi gerekiyor. Çünki bu yönetim ile diyalog kurulması, Kuzey Irak’ın, Irak’a açılan bir penceresi olduğu düşünüldüğünde, ticari ve siyasi nedenlerle daha da gerekli hale geliyor. Görüş ayrılığı giderilmese de, hükümetin, Irak Anayasası nasıl bir ilişki öngörüyorsa Kürdistan hükümeti ile öyle bir ilişki kurması kaçınılmaz hale geliyor. Örneğin, Kuzey Irak üzerinden Irak’a yük taşıyan kamyonların, Kürdistan yönetimine vergi ödemeleri gerekiyorsa, bu Ankara’nın, Kürt yönetimi ile diyalog kurmasını zorunlu hale getiriyor. Irak’ta Türkiye açısından bir diğer önemli gelişme de, Irak Kürtleri’nin, Cumhurbaşkanı, Başbakan Yardımcısı ve hatta Dışişleri Bakanı Kürt olan merkezi otoriteden kopmak ne kelime yeniden entegre olmaları yolundaki süreçle yaşanıyor. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nın ardından, İncirlik üzerinden, ABD ve İngiltere’nin, Kuzey Irak Kürtleri’ni koruma işlevine yardımcı olurken, fiili bir Kürt devletinin de kurulmasına dolaylı destek olan Ankara, bugün, Kürtlerin Bağdat’a yeniden entegre olmaları sürecine kuvvetle destek olunması gerektiğini düşünüyor. Kürdistan yönetimini yok saymak, bu önemli entegrasyon sürecine de köstek olmak anlamına gelecek. İşimize gelmez herhalde...