Çarşamba, Nisan 19, 2006

Dünya iç savaşa gidiyor


Eski Osmanlı topraklarında patlak verecek mezhep savaşı bölgeyi tamamıyla yutup Avrupa'ya da yayılacak. İhtilaflar kimlik üzerinden yaşanacak. Kaybedilenler, hoşgörü ve toplumsal uyum olacak
Rosemary Hollis
Londra'da bağımsız araştırma kuruluşu, araştırma direktörü
Avrupalılar için 20'inci yüzyılın sonları, İkinci Dünya Savaşı ile yakın zamanda çıkacak mezhep savaşının arasındaki dönem olacak. Bu savaş, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu olan bölgeyi tamamıyla yutup Avrupa'ya da yayılacak. Devletler veya süpergüç blokları ya da imparatorluklar arası bir savaş olmayacak bu. Bir iç savaşa benzeyecek. Yaklaşan çatışma çerçevesinde ordular, kıtalar veya ülkeler arasındaki jeo-stratejik fay hatlarında mevzilenmeyecek, savaşanlar daha ziyade siviller, siyasetçiler ve polis olacak. Kentler mahallelere, devletler internet ve örgütlü suç üzerinden başka yerlerdeki müttefiklerine bağlı etnik ve mezhepsel gruplara bölünecek. İhtilaflar kimlik üzerinden yaşanacak, kaybedilenler ise hoşgörü ve toplumsal uyum olacak.

Irak bölgeyi birbirine katacak
Çatışmalar her yerde aynı yoğunlukta yaşanmayacak. Sıkı güvenlik ve zenginlikle korunan bazı devletler ve yerleşim bölgeleri kalbur üstünde kalmayı başaracak. Paralı askerler, özel güvenlik ekipleri halinde, ticareti, kapalı mahalleleri ve siyasetçileri koruyacak. Geri kalan vatandaşlar, az çok Lübnan iç savaşında olduğu gibi, dinsel ve etnik patronlar ile milisler arasında tercih yapmak zorunda kalacak. Ama sadece belli yerlerde, belki Leeds, Kopenhag, Marsilya, Halepçe, El Halil, Kerkük ve İskenderiye varoşlarında, çatışma belli zamanlarda kanlı bir hal alacak. Avrupa devletleri ayakta kalacak, ama liberal demokrasi pahasına. Ortadoğu'da bazı devletler çözülecek ve savaşın başladığı nokta bu olacak. Irak patlamak üzere. Kuzeydeki Kürt bölgesi için savaş alanı Kerkük olacak; Kürtler, burayı başkentleri yapmak için Araplar, Türkmenler ve diğerleriyle savaşacak. Güneyde Basra, hepsi İran destekli hasım Şii fraksiyonları ve milisleri sokaklarla camilerin kontrolünü ele geçirmek için mücadele ederken parçalanacak. Bağdat mahalleleri mezhepler temelinde bölünecek ve batıdaki çölde Kaide militanları, silah, para ve bağlılık için yerel Sünniler ve suç çeteleriyle rekabete girecek. Irak'a komşu ülkelerin hiçbiri bu gelişmelere kayıtsız kalamayacak. Türkiye, sınırın Irak tarafındaki Kürt milliyetçiliğini dizginlemek isteyecek. İran, Şiiler arasındaki çatışmaya müdahil olacak, fakat kontrolü tümüyle elinde tutamayacak. Kuveyt Amerikan koruması altında gericileşecek. Suudiler, Irak'la sınırlarını kapatmaları yönünde büyük bir baskı altına girecek. Suriye ve Ürdün, Irak'tan gelip giden rekabet halindeki Sünni gruplar için bir arka bahçe görevi görecek.

Ürdün karışabilir
Bazı Ürdünlülere göre, Irak, Şiilere ve özellikle İran'a adeta ikram edildi. Şimdi Arap hükümetleri tereddüt ve korkuyla Irak'ta olanları izlerken, Kaide'nin adamı Ebu Musab el Zerkavi güçlü ve Araplara göre daha iradeli bir biçimde ortaya çıktı. Ürdünlülere göre Irak'ın batısı bu adamın kontrolü altında; Ürdün'ün, ülkenin düzeni ve istikrarına karşı Zerkavi'nin yarattığı tehdide karşılık vermek için güce başvurması gerekecek. Bölgenin klasik tampon devleti Ürdün, parçalanan ve İran destekli Şiilerin hâkimiyetindeki Irak'ın yanı sıra, ülke içindeki tek örgütlü muhalefet Müslüman Kardeşler ile uğraşacak. Hele söz verildiği gibi Ürdün'de serbest seçimler yapılırsa İslamcıların seçime girecek 30 kadar parti arasında oyları silip süpürme ihtimali ortaya çıkacak. Dahası, sayıca Ürdünlüleri geride bırakan Filistinli mülteciler, yıllar boyu maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı ayaklanacak, siyasi sistemin değiştirilmesini talep edecek. Mayısta İsrailli bir generalin, Ürdün Kralı Abdullah'ın günlerinin sayılı olduğu, militan İslamcılarla Filistinli milliyetçilerin gayretiyle devrileceği kehanetinde bulundu. İsrail hükümeti generalin sözlerine sahip çıkmadı, fakat hayatta kalmak için dış yardımlara her zamankinden daha bağımlı Filistinli mülteci kitlelerinin önüne set çekme faaliyetlerini de tüm hızıyla sürdürüyor. Ocakta Filistinliler protesto mahiyetinde Hamas'a oy verdi, fakat Batı ve İsrail'in buna tepkisi Filistin Yönetimi ile güvenlik güçlerinin hayatını sürdürmesini sağlayan fonları kesmek oldu. Terörizmle mücadele adına bu kurumların çökmesine izin vermek, karmaşa yaratacak. Gazze zaten enkaz halinde, El Halil İslamcıların kalesi ve Nablus rakip milislerin elinde.

İsrail'e duyulan nefret dinmiyor
İsrailliler, Britanyalı ve Amerikalı gözlemciler olay mahallini terk ettikten hemen sonra Eriha'daki cezaevine baskın düzenlediğinde, Filistinlilerin öfkesi sadece İsraillilerle işbirliği yaptığını iddia ettikleri Britanyalılara ve Amerikalılara değil, bölgedeki tüm yabancı ülke vatandaşlarına yöneldi. Böyle bir ortamda yabancı yardım örgütleri, bırakın Filistin-İsrail ihtilafına iki devletli bir çözüm bulmak için çalışmayı sürdürmeyi, kendi elemanlarının güvenliğini bile sağlayamaz hale gelecektir; aynı Irak'ta olduğu gibi. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas çoktandır Kaide'nin Filistinlileri silah altına aldığına dair işaretlerden dem vuruyor. Ve bu sadece başlangıç. Bölgenin dört bir köşesindeki Filistin mülteci kamplarındaki ortam, aşırılıkçı güçler için hiç olmadığı kadar verimli. Batı'nın bölgede demokrasiyi teşvik etme çabalarına kuşkuyla bakan laik aydınlar ve liberaller, Avrupa ve ABD'nin Filistin'deki İsrail egemenliğini sona erdirmedikçe ciddiye alınmayacaklarını vurguluyor. Aksi takdirde, Batı'yla müttefik hükümetlere meydan okuyan militan İslamcıların tezleri güçlenecek. Avrupa da dahil Batı, Filistinlilerin hakları pahasına İsrail'in koruyucusu olarak görülüyor. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, sadece soykırımı sorgulamakla kalmayıp İsrail'in kuruluşundan Avrupa'yı sorumlu tutmuştu ve sözleri Arap dünyasında da karşılık buldu. Araplar sorunların kaynağı olarak İsrail'in varlığını ve Batı emperyalizminin ikiyüzlülüğünü görür hale gelirken, on yıllardır süren barış çabaları da çökebilir.

Hoşgörü çağı bitti
Avrupa'nın emperyalizmi uzun zaman önce bıraktığı ve şimdi AB aracılığıyla liberal demokrasi ihraç ettiği laflarının bir önemi yok. Brüksel'in Avrupa Komşuluk Siyaseti'nin merkezinde bulunan reform gündemi, Mısır'da bir tür kültür emperyalizmi olarak görülüyor. Birçokları Avrupa ile ticaretin getirilerini, ekonomik modernleşmeyi, dürüst yönetimi ve cezaevlerinde daha iyi koşulları istiyor, ama Avrupa yozlaşmasını ve yaygın olarak Müslümanlara yönelik önyargı gibi anlaşılan laikliği istemiyor. Son dönemde yaşanan karikatür krizi, basın özgürlüğüne dair hangi savları sıralarsak sıralayalım, bir kültür bağlamında sergilenen duyarsızlığın veya yapılan hareketin diğerinde nasıl öfkeye yol açtığının en çıplak göstergesiydi. Avrupalı siyasetçiler Müslüman azınlıkları nasıl entegre edeceklerini düşünedururken, kendi toplumlarındaki ırkçılık ve İslamofobi'nin ne kadar yaygın olduğunu görüp şaşırıyorlar. Birçok aydın laiklik ve hoşgörü çağının sonsuza dek devam edeceğini sanıyordu. Fakat dışlayıcı dini ve etnik önyargılar Avrupa'da ve başka yerlerde geri dönüyor.

Avrupa sömürgeciliği unutulmadı
Avrupa hükümetleri, liberal demokrasiyi yayma çabalarının kendilerini dünyaya sevdirdiğini sanıyor. Ama bu siyasetin sonuç olarak ucunun dokunduğu Ortadoğu'da kimse yakın tarihi unutmadı. Kuzey Afrika'daki Fransız sömürgeciliği 1960'larda son buldu, Britanya 'koruması' altındaki Ortadoğu'da ise bu süreç 1971'de bitti. Yani antik dönemden değil, taze bir tarihten söz ediyoruz. Ortadoğu'yu ziyaret eden her Britanyalıya, bugün Filistin'in bitmeyen sorunları ve Irak'ın bir türlü durulmamasından Londra'nın sorumlu olduğu illa ki hatırlatılır. Birkaç yıl öncesine kadar bu hatırlatma şimdiki gibi düşmanlıkla yapılmıyordu, ama Irak işgalinden beri durum değişti. Artık elle tutulur bir öfke var. Ortadoğu'daki derin Amerikan karşıtlığının Avrupa'ya duyulan öfkeden daha güçlü ve belirgin olması, Avrupa'yı bölgedeki etnik, kültürel ve mezhepsel çatışmaların dışında tutmuyor. Ortak tarih, coğrafi yakınlık, toplumlar arası bağlar, zengin iletişim kanalları ve karşılıklı ekonomik bağımlılık, Avrupa ve Ortadoğu'yu birbirine bağlıyor. Aralarına duvar örmenin imkânı yok. Avrupa'nın Kuzey Afrika ve Ortadoğu enerjisine bağımlılığına bulabileceği tek alternatif ise Rusya'nın kaynaklarına bağımlı hale gelmek. Öte yandan Akdeniz'in güney ve doğu kıyılarındaki ülkeler de Avrupa'ya ihracat yapıyor ve ekonomilerinin selameti de Avrupa'dan yatırım çekmelerine bağlı. Ama Avrupa, kendini Ortadoğu'nun sorunlarından uzak tutarak sermaye ihracını ummak için çok geç kaldı. Filistin seçimlerindeki Hamas zaferini ele alış biçimiyle AB liderleri, politikalarının etkilerini kavramakta ne kadar aciz kaldıklarını dünyaya göstermiş oldu. Şimdi de Hamas liderliğindeki Filistin Yönetimi'ne yardımı askıya alıp sivil toplum ve BM örgütleri üzerinden sıradan insanlara hâlâ yardım edebildiklerini düşünüyorlar. Bunun etkilerinin nasıl olabileceğini ise görmüyorlar.
Hamas'a yaptırım, şiddeti artıracak
Filistin Yönetimi, temel hizmetleri sürdüren öğretmenlerin, hemşirelerin ve doktorların maaşlarını ödüyor. Filistin güvenlik güçlerinin büyük bölümü, Hamas'a temelden karşı El Fetih üyeleri. Güvenlik güçlerinin maaşlarını ödemediğinizde, onları ihanete uğramışlık duygusuyla elde silah sokağa salıyorsunuz. AB, Filistin Yönetimi'nin faturalarını ödemekle bir bakıma işgali finanse etti. Şimdi bazı Hamas üyelerinin söylediği gibi, Avrupa Filistin Yönetimi'ne para vermeyi kesecekse, Filistinlileri Hamas'ı seçtikleri için suçlayıp aç bırakarak uluslararası sistemden dışlamak yerine önce işgale son vermeli. Hamas'ın zaferi her durumda bir soğuk duş oldu. Terörizmin tehlikeleri ve barış sürecine dönülmesinin gerekliliğiyle ilgili konuşmaya devam edip yaklaşan karmaşadan ve artan radikalleşmeden muaf kalmayı ummak mümkün olmayacak. Aynı şekilde, Irak'taki iç savaş, bölgede yaşayanları, kimliklerini mezhep kavramlarıyla tarif etme zorunluluğuyla baş başa bırakmak üzere. Neticede, Ortadoğu'daki kaba mezhepçilik, milis savaşı ve Batı karşıtlığı, Avrupa'daki etnik ve mezhepsel gerilimleri de gündeme getirecek. Geçenlerde ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'e, Irak'ta iç savaş çıkması halinde politikalarının ne olacağı soruldu. Rumsfeld, iç savaşı önlemek niyetinde olduklarını söyledi sadece. Filistin'de de böyle bir ihtimal olduğuna dair henüz en ufak bir fikirleri yok. Ne olursa olsun, iç çatışma artarsa Amerikalıların veya Avrupalıların geri çekilmekten başka yapacak pek az şeyi var. Ama böyle bir çatışmanın Avrupa'da da yansımaları olacak. Amerikalılar ise bu kez askerlerini nereye konuşlandırmak zorunda olduklarını kestiremeyecek, çünkü ortada kesin cephe hatları falan olmayacak. Dahası zaten Washington Avrupa'nın entegrasyon politikalarının bir felaket olduğunu ve bunların sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağını söyleyip duruyor. Yaklaşan savaş, tam da Ortadoğu ve Avrupa'yı içine alan bir savaş olacak, yani asırlardır süren bir hikâyenin bir başka faslı. Amerika kıtası, Çin, Japonya, alt-Sahra Afrikası, Hindistan ve muhtemelen Rusya, bunun dışında kalabilirlerse kendilerini şanslı saysınlar. (1 Nisan 2006)