bir öz eleştiri
Erşat Hürmüzlü
Bu konu çok konuşuldu ve tartışıldı. Türkmenlerin dışındakiler, Irak Türkmenlerinin Sayın Rauf Denktaş vasıflarında bir lideri olmadıkça iflah olmayacaklarını söylediler. Türkmenler ise, bölünmek ve toparlanma yoksunluğundan yakındılar.
Hangi Türkmen ve hangi lider? Bunun cevabı aranmadı. Çünkü her kesim ve her mihrak kendi Türkmen’ini üretti ve lideri o ortamda aradı. Bu husus, sadece Irak Türkmenleri ve onları destekleyen milli uzantılarında kalmayıp, Türkmenlerin dışındaki kavim ve siyasi-dini kesimleri de güreş minderine çekti. Onlar da kendi Türkmenlerini ve ürettikleri Türkmenlerin liderini seçmeye başladılar.
Peki milliyetçi kesimdeki Türkmenler kendi liderlerini mi arıyorlardı? Hayır. Onlar da şablonunu kendi çizdikleri başkan-müzakereci karışımı bir sembolü arıyor ve bulamıyorlardı. Nedeni de çok basitti, farkında olmadıkları bir husus vardı: Böyle birisi yoktu!
Birileri aranıyor…
Birisini arıyorlardı ki, halkı arkasından sürüklesin, yazar olsun, güzel Türkçe konuşsun, yabancı dil bilsin, ancak hastalarıyla da ilgilensin, çocuklarının okul problemini çözsün, kaçak statüde yaşadıkları topraklarda kendilerine oturma izni tezkeresini çıkartsın ve evlerine ulaştırsın.
Birisini arıyorlardı ki gerektiğinde Başkan Bush ile görüşsün ve Türkmenlerin mağduriyetini anlatsın; ancak trafik polisi nezdinde problemlerini de tevazu göstererek kendi gelsin halletsin, ayıp olur, kimseyi görevlendirmesin.
Birisini arıyorlardı, istedikleri zaman Erbil’de otursun; Orada işler yürümeyecek ve insanlarımız öldürülünce Erbil’de oturmasın. Çünkü Kendileri geri gelince onun orada oturması lüzumsuz olacaktı ya!
Birisini arıyorlardı ki siyasi arenada bizi temsil etsin, ancak millet meclisi seçimlerine de kendi katılsın ve Millet meclisinde Bağdat-Basra karayolu konusu da gündeme gelirse, zararı yok onunla da ilgilensin. Beyler, beni neden buraya getirdiniz, burada liderler yoktur, çömezler vardır, demesin, sabırlı olsun.
Birisini arıyorlardı, Kerkük savunulacaksa Kerkük’te otursun. Gösteri ve mitinglerin ön safında olsun. Kerkük konusu Bağdat’ta çözülse dahi, o yerinden kımıldamasın, çünkü fakir ailelere gıda yardımını yönetmesi istenecek, sıra okul kitaplarının müfredatı ile ilgilenmesine gelecekse varsın gelsin.
Lider Kimdir?
Halbuki aradıkları başka birisi olmalıydı ve bunu en yakınlarından, Iraklı Arap ve Kürtlerden esinlenerek öğreneceklerdi. Seversiniz veya sevmezsiniz ama ne yaptıklarına bakacaksınız.
Muhalefette iken yirminci derecedeki toplantılara, Araplar, Kürtler ve Şii gruplar 10. sıradaki adamlarını gönderirken, birileri tarafından üretilen Türkmen lider ise bizzat katılacak ve incir çekirdeğini doldurmayan lafları dinleyecekti Yabancı dil bilmediği için de tartışmaya katılma zarureti hâsıl olmayacak ve bilge bir görünümde kafa sallamakla iktifa edecekti. Yurda dönünce, kendi uğraşları sayesinde toplantının bildirisine girdiğini zannettiği cümlelerin altını çizecek ve bir sonraki toplantıyı sabırla bekleyecekti.
Başka bir kalabalığın ürettiği liderin fotoğrafları posterler halinde bastırılacak, her elektrik direğine, her seyyar satıcı arabasına bir tane yapıştırılacak. Ancak ilk fırsatta, bu posterler değiştirilecek, ilki hain, bir sonraki kahraman ilan edilecek ve bu böyle zincirleme olarak devam edecekti.
Hâlbuki liderden beklenen bu olmamalıydı. Biz lidere görev vermeyecek, ondan görev alacaktık. Onun posterine değil, fikrine önem verecektik.
İhtiyacımız olan ne?
Aslında Irak Türkmenlerinin böyle bir ihtiyacı yoktu. Evet, Dernek ve parti başkanları olacak, sivil toplum örgütlerini yönetenler bulunacak. Gazete ve dergilerinin editörleri kendi görevlerini yapacaklar, hatta hayır cemiyetleri kuracak ve onların da yönetimini birilerine tevdi edeceklerdi.
Ancak, yukarıdaki şablonda görülen bir başkan’a, bir lider’e değil, asıl ihtiyaçları bir “Mürşit” olacaktı. Herkesin sevip saydığı ve hakem görevini üstlenecek; gerekirse parti başkanını seçecek, gerekirse milletvekilini belirleyecek ve günlük işlere bulaşmayacak bir mürşit.
Bu gibi bir “ağabey” veya “mürşit”in de vasıfları çok önemlidir. Bize kalırsa bu gibi bir önder, yurt topraklarından ve vatan hamurundan çıkmalıdır. Irak’ın yaşadığı çalkantılı durumlarda dahi o toprakları bırakmayan, yurt dışında yaşamayan ve milli davanın çilesini çekmiş birisi olmalıdır. Bugünden sonra o kendi yerini tespit etsin, mücadele arenasını belirlesin ve herkesi davaya çağırsın. Nerede olursa olsun onun çağrısına uyulsun.
Orantılı olarak genç, dinamik, ileriyi gören ve insanlarını seven bir bayraktar, bir öncü olmalıdır.
Kendi işi, ticareti veya vazifesi olmalıdır ki, kimseye muhtaç olmasın. Milli görevini maaşla veya harcırahlarla takas etmesin.
Yabancı dil bilmesi şart değildir. Bugün her görüşmede tercüman kullanılabiliyor. Kaldı ki Irak topraklarında yaşadığı için mutlaka Türkçe’nin yanında Arapça biliyordur. Bu şekilde bütün Iraklılarla iletişim sağlayabilecektir.
Kahve sohbetlerinde onun görevini tespit etmemeli idik. Onun yerini de tespit etmemeli idik. İnsanlarımızı kucaklaması gerekecekse Kerkük’te, Erbil’de veya Telafer’de oturacaktı mesela. Muhalefet ve siyasi arenada çarpışmak gerekirse belki Londra’da, belki Kahire’de oturacaktı. Tıpkı İbrahim el-Caferi’nin yıllarca Londra’da beklediği gibi, tıpkı bazı liderlerin Şam’da, Tahran’da ve Ankara’da bekledikleri gibi.
Ondan ilham alacaktık, her önüne gelen onun özel hayatına dalıp senaryolar üretmeyecekti. Bizim asgari müştereklerimizi belirleyecekti ve biz onun boyuna, posuna değil, öğütlerine bakacaktık.
Bizlerin, ondan daha yaşlı kuşaklarda olanların da vazifesi bitmeyecekti. Onun yanında ve arkasında olacaktık. Gerekirse onun nutuklarının yazılmasında yardımcı olacak, fikirlerini dinleyip makale ve kitap haline getirecektik. Gerekirse onunla veya onsuz istediği toplantılara katılacaktık. Kucakladığı fikirleri, ürettiği sloganları savunacaktık.
O, bizlere ağabey diye hitap edecek, ama gerektiğinde bize emir vermesini de bilecekti. Biz artık liderin hangi kesimden çıkacağını tartışmayacak, onun işaretine bakacaktık.
Bu vasıflarda olan kişi ve kişiler bugün dede topraklarında vardır,mevcuttur.
Neler yapılmadı?
Neler yapılmadı da bugüne geldik.Bunun tartışması çok yapıldı ve eminim herkes de buna kendi açısından yaklaştı.Bizim toplumumuz gibi bir toplumda mücadelenin kültürel yollarla olamayacağı, kitap ve dergi yayınlamakla bir yere varılamayacağı, hatta buna istihza ile yaklaşarak “ Hoyratla vatan kurtarılamayacağı” savlarına gidildiğini çok görmüşsünüzdür. Bunu da yadırgamamak lazım. Çünkü kültürel faaliyetlerin bilincinde olmak için hem ilgili hem de bilgili olmak lazım gelir.
Bir çok yerde mukayesesini yaptığımda donuk yüzlerle karşı karşıya kaldığımı üzülerek itiraf edeyim.Bunun en bariz misali, bugün ulaştıkları yere isyan ettiğimiz ve bizimle ayni vatan toprağını paylaşan “ veya paylaşmak istemeyen” bir etnik grup hakkında yabancı medyada yazılan yazı ve makaleleri saymak mümkün değildir. Onun için bu etnik grupla ilgili yabancı dillerde yayınlanan kitapların 2800 civarında olduğunu bildiğimizde ve bizim yabancı dillerde ancak 4-5 kitabımızın olduğunu öğrendiğimizde davayı peşinen kaybettiğimizi hissediyoruz. Londra’da arşiv çalışmaları konusunu da çoğu zaman dile getirmiştik.Ayni etnik gruptan orada kayıtlı yüzlerce araştırmacının yanında Irak Türkmenlerinden bildiğimiz kadarıyla yalnız iki kişi bulunmaktadır.
O bakımdan her zaman tekrarladığımız bir hususu da belirtmek isteriz.Irak Türkmenlerinin enformasyon ve bilgi akımı dalgası hep içe dönüktür. Bizim insanımıza bilgi aktarmak çok önemlidir tabi,ancak bu bilgi ve tezleri o topraklarda yaşayarak siyasi mücadele veren topluluklara ve yabancı kesimlere aktarmak daha da önemlidir.
Bugüne kadar Bağdat’ta yayınlanan yüzlerce yayın organının arasında bir tane Türkmen söylemini ifade eden yayın yoktur. Türkmenlerin ve yabancıların Türkmen konusunda haber alacakları tarafsız ve objektif bir haber ajansı yoktur ve vatan sathına yayılan bir radyo sistemi üretilememiştir.
Lider Kim(di)?
Yakın tarihimizde çalkantı yaşayan Türkmen siyasi hareketlerine bakarsanız, değişik bir tablo ile karşılaşmanız kaçınılmaz olur.Üzülerek görülüyor ki bu davanın ucundan yakalamaya çalışan her grup veya şahıslar da, sanki dava kendileriyle başladı veya ciddiyet kazandı gibi bir saplantıya takılmışlar, belki buna da inanmışlardı.Ancak bir milli davanın millete mal edilmesi için oluşması gereken şartlar olduğu gibi, izlerinin de zamanla silinmemesi gerekmektedir.
O bakımdan, Osmanlı’dan sonra Irak Türkmenlerinin örgütlenmesi ve ileride bir fikir etrafında toplanmasını sağlayan bir ekip vardı ve onların başında da, 1959 yılında Kerkük katliamında kaybettiğimiz Şehit Âta Hayrullah’ın babası olan Hayrullah Efendi bulunuyordu. Onun yanında olan Mustafa beğ,Cemal Efendi,Sadullah Efendi,Şükrü Kapancı, Mustafa Efendi ve Abdurrahman Naci bu davanın öncüleri ve bayraktarlığını yapan kişilerdir.
Onların bayrağı, Âta Hayrullah, Abdullah Abdurrahman Ve Nejdet Koçak’lara intikal etmiş ve bu çizgiyi temsil eden nesillere aktarılmıştır.Ancak bütün yaşamında hiç taviz vermeyen ve şahsi çıkarını zerrece ön plana çıkarmayan,ayrıca onların izinden yürüme yürekliliğini gösteren kişi veya kişiler bu davaya layık olur. Böyleleri, şu anda vatan topraklarında mevcuttur.Onları orada arayın.
Siyasi Kadro nasıl olmalıdır?
Siyasi kadrolar, milletin bağrından çıkar, milletin beklentilerine cevap verir. Onun için milli hareketlerde tarihi süreç çok önemlidir. “Benim hareketim en iyisidir, onun için milletin kaderi buradan başlıyor” iddiaları ne millet katında kabul görür, ne de bu dava uğruna şehit düşmüş olanlara saygı içerir. Onların tarihine sünger çekmek demektir.
Onun için, Irak Türkmenlerinin siyasi hareketinin köküne inmek lazım gelir. Gerçek normlarda 45 sene önce insanlarımızı ve bu ideale gönül verenleri örgütlemiş olan Türkmen Kardeşlik Ocağı misyonunu her zaman bu bakımdan savunmuş ve önermiştik.
Nasıl Kardaşlık dergisi milli çizgimizden çalınıp Baasçılarla iş birliği yapanlara teslim edilince onu tanımayarak, gerçek çizgisini koruyan Kardaşlık İstanbul’da yayınlanmışsa ve bugün tekrar Türkmen Ocağının otağına dönen Kardaşlık ile özdeşleşmişse, Türkmen Kardaşlık Partisi de bu isme layık olanlara iade edilmelidir. Hukuki yönden mümkün olmuyorsa isim önemli değildir. Önemli olan 1960 ruhunu ve ivmesini tekrar milli topluluklarımıza kazandırmak lazımdır deriz. O zaman herkesin önüne göğsümüz kabarık, başımız dik ve alnımız açık, ana rahminden doğan bu siyasi hareketi savunacak ve onun beş yıl, on yıl değil 50 yıllık siyasi bir hareket olduğunu haykıracaktık.
Bu iş, lider-kadro hamuru ile olur.Aksi takdirde,bizim çocuk ve torunlarımız da: Irak Türkmenlerinin Lider ihtiyacından bahsedeceklerdir.Tabi,Türkmenlik gurur ve şuurunu muhafaza etmişler ve kurtlar sofrasına yem olmamışlarsa!