04.06.2006 17:46
rizgarionlineAyhan Çiftci /
Sayın Hasan Hüseyin Yıldırım`ın “Özgünlügümüz”başlıgı altında kaleme aldığı uzun makalesi şu cümlelerle başlıyor. „Kürd milleti olarak bir özgünlüğümüz var. Özgünlüğümüz yurt edindiğimiz coğrafyanın jeopolitiği, yeraltı-yerüstü zenginliği, toplum olarak dinamik ve savaşkan özelliğimizden kaynaklanıyor. Zaten başımıza gelen tüm felaketlerin sebebi de bu özgünlüğümüz değil midir?“. Yazının bundan sonraki akısı güncel durum değerlendirmesine dönüşse de bu giriş cümlesini tek başına değerlendirmeye değer buluyorum.
Kürtler arasında “Özgünlük” teorisi (özgünlügün bu yorumu) taraftarı en fazla olan ve halende en hakim olan yaklaşım biçimidir. Bu konuyu aslında uzun bir süredir yazmak istiyordum. Sayın Yıldırım`ın yazısı da buna vesile oldu.
Özgünlük teorisi birinci sınıf bir araştırmada çok başka işler için yapılmış, dolaylı araştırmalara ve araştırmaların sonuçlarına dayanmaktadır. Bu teori bilimsel bulgu ve metodlardan ziyade, siyasetin kolaycı düşünme biçimine dayanmaktadır.
Dünyanın her tarafında buna benzer kuramlarla karşılaşıyoruz. Genelde resmi çevrelerin, sorunların izahi için kullandıkları bir yaklaşım biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda adeta oluşmuş kalıplar vardır. Bu kalıpları sadece ülke ve millet isimlerini değiştirerek her cografyanın sorununa cevap için kullanmak mümkündür.
Kürtlerin Özgünlük teorisi de bir düşünme kalıbıdır. Bilimsel bulgulardan ziyade alışkanlıklara dayanmaktadır. Devlet kurmada neden başarısız kalmışız ? “Ülkemiz stratejik bir bölgedeydi, yeraltı ve yer üstü kaynakları zengindi, bundan dolayı yabancılar devlet kurmamıza fırsat vermedi ! ”Kimin için ülkesi harikalar diyari değil ki ?Herkesin vatanı kendisine göre jeo-politik olarak birazcık staratejik bir konumda değilmidir?.
Ben bu Özgünlük ve “Stratejik ülke” olma teorisinin sorunlarımızı izah etmediğine inaniyorum. Hatta yanlış olduğu kanaatindeyim. Gerçekci bir netice için doğru soru ile ise başlamayı doğru bir method olarak görmekteyim:
Gerçekten söylenildiği gibi bir özgünlüğümüz var mı? Bence hayır. En azından 1500 senedir Kürdistan jeo-politik olarak birinci sınıf ülke olma pozisyonundan çıkmıştır.
Yani deniz yollarının yaygın kullanımı ile bir kara ülkesi olan Kürdistan artık çok stratejik olmaktan çıkmıştır. Petrolün bulunması ülkemize yeniden bir ekonomik ehemmiyet kazandırmışsa da; bu bölgede sadece bize has bir durum değildir. Türkler hariç, bütün komşularımızın petrolü vardır.
Peki nedir sorunumuz? Yani biz Kürtlerin yaşadığı neyi ifade ediyor? Okuyucuyu bıktıran konuya giriş cümlelerinden sakınmak için direkt meseleye girelim:
Nüfus ve ülke büyüklüğüne rağmen Kürtlerin bir kalıcı devleti olamamıştır. Varlıkları halen önemli oranda inkar edilen Kürtlerin dilleri bile yasaklı.
Esas özgünlüğümüz bu iki noktadadır. Bu iki konuda da belirleyici olan; dış güçlerin yaklaşımdan çok bizim toplumsal yapımız olmuştur. Toplumsal yapımız genel toplumsal gelişmelere göre bir geç kalmayı ve başka negativ bazı özellikleri taşır.
Oldukça büyük nüfüsa ve geniş topraklara sahip olmamıza rağmen, kendimize kalıcı bir devlet kuramadık. Bunda ”memleketimizin stratejik önemi, onda gözü olan yabancıların firsat vermemelerinin etkisi olsa da, belirleyici olan bu değil. Asıl sorun Kürt toplumunun yapısından kaynaklanmaktadır. Diğer milletleri bir devletleşme sürecine götüren faktörler toplumsal bünyemizde bizi bu sürece götürecek kadar güçlü olamamışlardır. Bunu bu makalede kısaca şöyle izah etmek mümkün:
Devletler dünyanın her tarafında şehirlerde kurulmuşlardır. Yerleşik güçler devleti geliştirip ileri bir safhaya çıkarmışlardır.
Ama Kürdistan`da çok yakın yüzyıllara kadar ciddi ve yaygın bır Kürt şehirleşmesi yoktur. Kürtler Kürdistan`ın kırsalında dağınık biçimde önemli oranda hayvancılıkla geçinmiş bir millettir.
Tüm unsurları göçebe değil, ama şehirli (büyük, üreten, büyüyen ve iş bölümü olan yerleşim birimleri) de değiller. Gerektiğinde çok rahatlıkla mobilize olabilen bir halk konumundadırlar. Ülkemiz cografyasında yer alan bir Kürt şehirleşmesi bir kaç örneği geçmemektedir. Mesela bugünkü Kuzeyın sınırları için Cizre, Bitlis , biraz Hasankeyf vb. yerleri çıkarırsak aslında Kürtlere ait bir şehirleşmenin olduğundan bahsetmek bile zor. En büyük metropolümüz olan Diyarbekir surlarının içinde bundan iki yüzyıl önce Kürtlerin nüfus sayısı sayılı ailelerle sınırlı, şehir yaşamınn etkinliğinde nerede ise yok gibidir.
Tahlile kuzeyin sınırları içinde kalarak devam edersek, karşımıza şu çıkmaktadır: Kürtlerin inşa ettiği kaleler ya dağlarda, ya da dağların ovalarla birleştiği eteklerde kurulmuşlardır. Çok küçük olan bu kaleler sadece bir tehlike anında insanları alacak kadar küçük, içinde değil çevresinde yer alan yerleşim birimleri ise bir köyün büyüklüğünü aşamayacak kadar küçüktür.. Mesala Diyarbakır`da Dicle`den Sason`a kadarki bütün Kürt kaleleri Torosların eteklerindedirler. Ovalarda Kürt kaleleri çok sınırlıdır.
Ülkemizde kendimize ait adı ve içeriği gerçek bir devlet gibi olan bir sistem kuramayışımızın temel nedeninin bu olduğuna inanıyorum. Milletleri devletleşmeye götüren şehirleşme, taşınmaz mal ve sermaye birikimi bizde gelişmemiştir. Kırların özgür yaşamı kürtlere ya kolay gelmiş, ya da başka bir inanç ve nedenden dolayı bunu tercih etmeleri onları bir devletleşmeden alıkoymuştur. Binyılları aşan bu yaşam, kendine has bir toplum yapısını ortaya çıkarmıştır. Kürtlerdeki yurt bilinci bu nedenden dolayı, büyük ve merkezi devletler yaratan topluluklardan daha farklı olmuştur.
Yabancı engelleyiciliği, işgaller, kanaatimce ikincil planda rol oynamıştır. Kaldi ki tarihte en az bir kaç kez işgale uğramamış ülke yoktur. Ülkesindeki zenginliği paylaşmak istemeyen şehirli mal sahibi sınıflar ve rahat maddi yaşam kosullarının geliştirdiği gelişkin duygular bu kesimleri işgale karşı sürekli bir mücadeleye ve zafere götürmüştür. Bence bizde bu eksik kalmıştır.
Aslında Kürtler gibi yaşam koşullarını tercih eden ve onların toplumsal yapısına benzer halk gruplarının çoğu örgütlü güç ve devletlerle karşı karşıya geldiklerinde, ya da cografyanın ittifaklar sistemine uymadıklarında yok olmuşlardır.
Kürtleri bu akibetten kurtaran olgu İslamiyeti kabul etmeleri olmuştur. Kırsalda dağınık yaşayan, dil ve kültürlerini ilerletmenin imkanina sahip olamayan Kürtlerin bir noktada Islami kabul etmeleri aslında kendilerini kurtarmıştır. Müslüman olup islam ittifakına katılmak kanaatimce Kürtlerin tarihlerinde verdikleri en isabetli kararlardan biri olmuştur. Bu cografyada bu toplumsal yapı ile Kürtleri, Ermeni ve Süryani`lerin yaşadığı akibetten kurtaran tek şey müslüman olmalarıdır.
Politik sahanın temsilcileri arasında rağbet gören “Özgünlükler” teorisi sanıldığından daha fazla yaşamımız üzerinde negativ etkilerde bulunmuş ve bulunmaktadır.(04.06.2006)